30 Eylül 2016 Cuma

Bu Hafta Neler Öğrendim?

Herkese merhabalar :) Yazının adından da anlayabileceğiniz üzere bugünkü yazımda sizlere bu hafta öğrendiğim bana ilginç gelen şeyleri paylaşacağım. Umarım keyifle okursunuz. Eğer siz de öğrendiğiniz yeni şeyleri benimle paylaşmak isterseniz yorum bırakabilir ya da bilgekoalaa@gmail.com adresine mail atabilirsiniz ki paylaşmanız beni gerçekten çok mutlu eder. Hepinize keyifli okumalar :)


1.Herkes gibi ben de bilgisayar ve telefon gibi radyasyon yayan aletleri sıkça kullanmaktayım. Ve kaktüs bitkisinin radyasyonu emdiğini duyduğumdan beri odamda kaktüs bulundururum. Fakat bu hafta öğrendim ki kaktüsün diğer bitkilerden daha fazla radyasyon emdiği aslında bilim dışı bir bilgiymiş. Şöyle ki: her bitki içeriğinde belli bir miktar su bulundurduğundan (ve su da radyasyonu absorbe ettiğinden) belli bir miktar radyasyon emiyor. Zaten kaktüsün daha fazla radyasyon emdiği sanısı da daha çok su içerdiğinden geliyor.Fakat olaya bu açıdan bakarsak kavun ve karpuz en çok radyasyon emiciler olurdu.


2.Bu hafta genler unutmaz adlı epigenetik hakkında en iyilerden olan bir kitabı okumaya başladım. Ve kitabı okudukça beslenme düzenimizin hayatımızı neredeyse genlerimiz kadar etkilediğini öğrendim. Bu konu hakkında gelecek haftalarda zaten uzunca yazacağım. Şimdi ise diyet yapanların yakında tanıdığı yeşil çayın yağ yakımını hızlandırmaktan farklı büyük bir faydasından bahsedeyim. Yeşil çayın bileşenlerin olan epigallokateşin-3-gallat meme kanseri hücrelerinde apoptoz(hücre ölümü) ve hücre büyümesinin yavaşlamasına sebep oluyormuş.  Sonuç olarak, oldukça tehlikeli ve yaygın olan kanserden korunmak amaçlı yeşil çayı günlük rutinimizin bir parçası yapmakta oldukça fayda var. Bu konu hakkında son bir hatırlatma daha: günümüzde çoğu insan pratik olmasından dolayı bitki çaylarını hazır çay poşetleri kullanarak hazırlıyor.Bu çay poşetleri plastik ve çeşitli kimyasallar içerdiğinden sıcak suyla fazla teması kanserojen maddelerin oluşumuna sebep olabiliyor. Bu konuda lütfen hassas olalım,çay poşetlerinin sıcak suyla fazla temas etmesine izin vermeyelim :)


3.Öğrendiğim son bilgi kitapseverleri oldukça sevindiricek nitelikte. Yale üniversitesinde 3.635 insan üzerinde yapılan araştırma sonucu günde yarım saat kitap okuyan insanların okumayanlara oranla 2 yıl daha fazla yaşadığı açığa çıktı. Bilim insanları bu ilginç araştırma sonucunun nedenlerini kesin olarak belirleyemese de en büyük nedenlerden birinin okuma alışkanlığının beyin aktivitelerinin korunmasına yardımcı olması olduğunu düşünülüyor. Sonuç olarak, okuyalım okutalım sevgili okurlar.( Benim sizlere bu haftalık kitap tavsiyem stefan zweig-satranç)

Bu hafta öğrendiklerim yaklaşık olarak bu şekildeydi. Umarım keyifle okumuşsunuzdur ve sizlere küçük de olsa bir şeyler katabilmişimdir. Hepinize mutlu,huzurlu,sağlıklı günler,Merve


26 Eylül 2016 Pazartesi

Genetiği Değiştirilmiş İnsanlar!

Herkese merhabalar :) Bugünkü yazımda öncelikle CRISPR adı verilen gen modifikasyonunda çığır açan bir yöntemden kısaca bahsedeceğim(eğer yöntemi bilimsel olarak daha detaylı anlatmamı isterseniz yorum atabilir ya da bilgekoalaa@gmail.com adresine mail atabilirsiniz.Gelecek yazılarımda böylece daha detaylı bahsedebilirim) Daha sonra bu yöntemin ardından tekrar gündeme gelen insanlar üzerinde gen modifikasyonu yapılmalı mı yapılmamalı mı tartışmasından biraz bahsedeceğim. Bu tartışmayla ilgili neler düşünüyorsunuz siz bu konuya hangi yönden bakıyorsunuz gerçekten çok merak ediyorum düşüncelerinizi yine yorum ya da mail olarak bekliyorum. Hepinize keyifli okumalar :)


CRISPR spesifik bakteri türlerinde keşfedilen bir sistem.Bu sistem şöyle çalışıyor:
1)Özel bir genetik kod üzerinde konumlanma
2)Belirlenen DNA’yı kesme
3)Genetik kodu yeniden yazma
Bu sistemi kullanarak bakteriler kendilerini virüslerden korurken bilim insanları bu sistem sayesinde canlıların genetik kodlarını değiştirebiliyor yani bilimsel adıyla genetik modifikasyon yapıyorlar.

CRISPR’ı geçmişte genetik modifikasyon yapmak için kullanılan yöntemlerden ayıran temel özellikleri ucuz ve hızlı olması. Tabii bu kadar verimli çalışan bir sistem keşfedilince bilim dünyasında insanlarda genetik modifikasyon yapmaya başlanmalı mı başlanmamalı mı tartışması tekrar gündeme geldi. Şimdi hep birlikte bu tartışma nasıl ilerledi önce ona bakalım daha sonra da insanlar üzerinde genetik modifikasyon yapmanın avantaj ve dezavantajlarını inceleyelim.


İnsan üzerinde genetik modifikasyon yapmak çoğu ülkede illegal bir olay. Fakat bazı istisnalar da var. Mesela İngiltere’de geçtiğimiz aylarda yapılan bir değişiklikle beraber insan üzerinde genetik modifikasyon yapmak yasal bir hale geldi. Fakat henüz İngiltere’deki bilim insanları tarafından bu konuyla alakalı bir çalışma yayınlanmadı. Benim bildiğim üzere yayınlanan tek çalışma Çin’deki bilim insanları tarafından yapıldı.Bilim dünyasını oldukça şaşırtan bu çalışmada bilim insanları araştırma egzersizi olarak genetiği değiştirilmiş bir insan embriyosu yaptıklarını ve gelişmesi için 1-2 gün izin verdiklerini açıkladı. Bu deney etik midir değil midir kişiden kişiye değişen bir durum fakat bu deneyin çok faydalı sonuçları olduğu da su götürmez bir gerçek.Mesela, bu deneyden sonra anlaşıldı ki her ne kadar CRISPR şu anki teknoloji için bir çığır olsa da insanda genetik modifikasyon yaparken tam verimli çalışmıyor ve embriyo üzerinde mozaikleşmeye sebep oluyor.Yani bilim dünyası  insan üzerinde gen modifikasyonu yapmaya şu an için oldukça uzak.


Tartışmanın ilerleyişi hakkında genel bir bilgi edindiğimize göre insan üzerinde genetik modifikasyon yapmanın avantaj ve dezavantajlarına gelelim.En büyük avantajı hepinizin tahmin edebileceği üzere insanlarda görülen hastalıkları yok ederek herkesin sağlıklı bir yaşama sahip olmasını sağlamak.En büyük dezavantajı ise insan üzerinde genetik modifikasyon yapıldığında tam olarak nelerin gerçekleşeceğinin bilinmemesi ve bir kere bile değişiklik yapılsa onu geri döndürmek ve nesillerce aktarılmasını engellemek için bilinen bir yol olmaması.


Bugünkü yazımın da böylece sonuna geldik. Umarım hoşunuza gitmiştir. Hepinize mutlu,huzurlu,sağlıklı günler,Merve :)

20 Eylül 2016 Salı

Hücrelerin enerji kaynağı: Mitokondri

Herkese yeniden merhabalar :) Blog'a uzun süreli bir ara vermiştim. Öncelikle bu ara için hepinizden özür diliyorum. Şimdi büyük bir heyecanla tekrar yazmaya başladım. Her hafta elimden geldiğince sizleri bilim dünyasındaki son gelişmelerden ya da genel olarak biyoloji hakkında bilgilendiren yazılar yazacağım. Umarım hoşunuza gider ve keyifle okursunuz :) 

Bu haftaki yazımın konusu vücudumuzun enerji üreticisi ve organellerin bana göre en önemlisi olan mitokondri. Çoğumuzun bildiği ve bize ders kitaplarında anlatıldığı üzere mitokondri glukoz ve oksijeni  krebs ve oksidatif fosforilasyon yollarını kullanarak ATP ve karbondioksite çeviren organeldir. Ama aslında mitokondrinin enerji üretmekten başka çok önemli ve çeşitli görevli vardır. İşte bugünkü yazımda ben de bu görevlerden bahsedeceğim. Keyifli okumalar :) 

1.Yapılan araştırmalar kanserli hücrelerin %80'inde mitokondri hasarı bulunduğunu gösteriyor. Bu hücreler mitokondrileri hasarlı olduğundan enerji ihtiyaçlarını glikoliz adı verilen yolla karşılar ve yüksek miktarda laktik asit üretirler. Bu yüzden de kanserli hücrelerin olduğu ortam fazla asidik olur ve normal hücreler bu ortamda yaşayamaz.


2.Doğanın en temel kurallarından biri de şudur: Her canlı doğar,büyür ve ölür. Çoğu canlıda ve çok rahat gözlemleyebileceğimiz üzere insanlarda büyüme ve ölme safhalarının arasında yaşlanma adını verdiğimiz bir süreç vardır. Ve insanlık tarihi boyunca yaşlanmanın nasıl gerçekleştiği büyük bir merak konusu olmuştur. Bu konuda henüz tam olarak kanıtlanan bir hipotez olmasa da genel olarak en kabul edilen hipotez ‘mitokondriyel yaşlanma hipotezi’dir.Bu hipoteze göre yaşlanma olayı şöyle gerçekleşir: Enerji üretiminin son safhası olan oksidatif fosforilasyonda (bu olay mitokondride gerçekleşir) oksijen hidrojenle birleşir ve su oluşur. Fakat bu olay sırasında bazen ‘elektrik kaçağı’ olarak tabir edebileceğimiz olaylar olur ve oksijen elektronlarla birleşerek aktif oksijen dediğimiz hücre içindeki moleküllere zarar veren yapılar oluşturur. İşte bu yapılar da yaşlanmanın en büyük nedeni olarak sayılıyor çoğu bilim insanı tarafından.
3.Hücre ölümü her ne kadar kulağa kötü bir olaymış gibi gelse de aslında hayatın devamlılığı için en önemli olan olaylardan biridir. Hücre ölümü için çok çeşitli yollar vardır.Ve bunlardan vücut tarafından en yaygın olarak kullanılanı yani apoptoz mitokondrilerde gerçekleşir.


4.Vücudumuzda bulunan tüm mitokondrilerin orijini annemize dayanır. Çünkü döllenme sırasında spermin mitokondrileri yumurtanın içine girmez. Böylece zigotun tüm mitokondrileri de anneden gelmiş olur.

5.Mitokondriyi diğer organellerden ayıran önemli bir özelliği de kendi DNA’sını içermesidir. Mitokondri toplamda 37 adet gen içerir ve bunlardan 13 tanesi protein kodlar. Geri kalan genler ise mitokondri de görev yapacak RNA’ları kodlar. Ama tabi ki bu RNA’lar ve proteinler mitokondrinin tüm işlevlerini yapması için yeterli değildir. Yani mitokondri de diğer tüm organeller gibi hücre genomu tarafından sentezlenecek ürünlere bağımlıdır.

Mitokondrinin görevleriyle alakalı olarak söylüyeceklerim bu kadar :) Yazıyı sonlandırmadan önce bilim dünyasındaki bir gelişmeden de bahsetmek istiyorum. Bildiğimiz üzere ökaryot hücrelerini prokaryot hücrelerden ayıran temel özellik organellere sahip olmaları. Ve bu zamana kadar bilim insanları tüm ökaryot hücrelerin mitokondrilere sahip olduğunu düşünüyordu. Fakat yapılan son araştırmalar kemirgenlerde hücre içi paraziti olan ve ökaryot olarak bilinen Monocercomonoides canlısında mitokondri ve mitokondriyle alakalı proteinlerin bulunmadığını gösterdi. Ve bu sonuç bilim dünyasını oldukça şaşırttı.

Gördüğümüz üzere bilim dünyasında her geçen gün bildiklerimizi dipten değiştirebilecek gelişmeler oluyor. Sanırım ben de bu dinamizmi seviyorum. Okuduğunuz için çok teşekkür ederim.Hepinize mutlu günler.Sevgiler,Merve.