14 Aralık 2016 Çarşamba

Kanser Nedir?

Herkese merhabalar :) Bugünkü yazımda sizlere çok popüler bir konudan bahsedeceğim. Kanser -maalesef ki- artan uv ışınları ve kanserojen maddeler sebebiyle gittikçe popülerleşen bir hastalık. Biz de bugün sizlerle birlikte bu hastalık nedir, ona sebep olan etkenler nedir, şu an bu hastalığa karşı geliştirilen tedaviler bu hastalığı nasıl iyileştirebiliyor gibi konuları inceleyeceğiz. Umarım keyif alırsınız ve sizin için faydalı bir yazı olur. Hepinize keyifli okumalar :)


Kanser nedir?
Tek bir cümleyle özetlemek gerekirse kanser, hücrelerin kontrol dışında büyümesi ve bölünmesidir.

Normal hücrelerde hücre bölünmesini kontrol eden 4  temel gen ailesi vardır. Bunlar onkogenler, tümör supresör genler, intihar genleri ve DNA tamir genleridir. Bu genlerden bir ya da birkaçının uv ışınları ya da kanserojen maddeler tarafından mutasyona uğratılması sonucunda hücreler hiçbir kontrole maruz kalmadan sınırsız bir şekilde bölünmeye başlar. Bu bölünmeler sonucunda da vücut kanser hücreleri tarafından ele geçirilir ve normal hücreler işlevlerini yerine getiremez.


Kanser hücreleri oldukça akıllı hücrelerdir.(Bu cümle bilimsel olarak hiç doğru değil fakat siz anlatmaya çalıştığı şeye odaklanmaya çalışın :)) Sınırsız bir şekilde bölünebilmek için çok farklı ve zekice stratejiler izlerler. Mesela, dolaşım ya da lenf sistemini kullanarak vücudun farklı bölgelerine gidebilir ya da çok olan enerji ihtiyaçlarını karşılamak üzere kendilerine göre kan damarlarını düzenleyebilirler.


Kanserin sebepleri nelerdir?
Kanserin en temel sebebi hücre bölünmesini düzenleyen genlerde olan mutasyonlardır. Bu mutasyonlardan bazıları genetik olarak aktarılır bazıları ise bireyin yaşamı boyunca maruz kaldığı uv ışınları ve kanserojen maddeler etkisiyle oluşur. Örnek olarak şöyle anlatılabilir ,intihar genleri(suicide genes) hücrede anormal fonksiyon gösteren protein sayısı arttığında ya da DNA'da geri dönüştürülemeyecek kadar fazla mutasyon olduğunda hücrede apoptoz olayı denilen-hücrenin kendi kendini öldürmesi olarak tarif edilebilir- bir olayı başlatır. Eğer intihar genleri mutasyona uğrar ve işlevsiz hale gelirse hücrede ne kadar çok mutasyon olursa olsun apoptoz olayı başlatılamaz ve hücre sonsuz bölünme evresine yani kanser evresine geçmiş olur.


Kanser tedavileri tam olarak ne yapar?
Günümüzde en çok kullanılan kanser tedavileri kemoterapi,radyoterapi ve ameliyattır. Radyoterapide enerjisi yüksek ışınlar kullanılarak kanser hücreleri yok edilmeye çalışılır. Kemoterapide de aynı amaç vardır fakat kemoterapide yüksek enerjili ışınlar yerine özel kimyasallar kullanılır. Fakat bu tedaviler uygulandığında normal hücreler de fazla zarar gördükleri için bilim insanları şu sıralar immünoterapi dediğimiz ve kanser hücrelerinin vücudun kendi bağışıklık sistemi tarafından tanınması ve öldürülmesini amaçlayan bir tedaviyi geliştirmek üzere uğraşıyorlar.

Umarım immünoterapi gibi etkili tedaviler bir an önce bulunur ve bu hastalıktan sıkıntı çeken herkes bir an önce iyileşir. Tedaviler bulunmadan önce bizim üzerimize düşenler ise kansere karşı korunmada en önemli yollar olan sağlıklı bir beslenme ve yaşam düzeni kurmak ve belli bir yaşın üzerine gelince taramaları aksatmamak.Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere. Hoşçakalın, mutlu kalın...

11 Kasım 2016 Cuma

Son yüzyılın en çığır açan buluşu:CRISPR

Herkese merhabalar :) Bugünkü yazımda sizlere bana göre yüzyılın en önemli buluşu olan,  onun sayesinde bilim insanlarının genetik modifikasyonu daha kolay, daha hızlı ve daha ucuz bir şekilde yaptığı yöntemden bahsedeceğim. Yöntemin ismi CRISPR-cas sistemi. Kaşifleri bu sene Nobel ödülüne aday gösterildi ve maalesef-maalesef diyorum çünkü ben gerçekten onların kazanmasını istiyordum ama karar jürinin tabii ki- tahminler yanlış çıktı ve Nobel ödülü otofaji hakkında çalışmalar yapan bir bilim insanına verildi. (Onun hakkında da daha önceden bir yazı yazmıştım linki yazının sonuna koyuyor olacağım okumak isteyenler için)


CRISPR-cas sistemi nedir ne işe yarar? 
CRISPR-cas sistemi DNA'nın özel bölgelerini tanıyarak onu kesiyor ve o bölgede değişimler yapılmasına olanak tanıyor. Böylece Crıspr-cas sistemi kullanılarak bakterilerin, bitkilerin, hayvanların genleri bilim insanları tarafından istenilen doğrultuda değiştirilebiliyor. 



CRISPR-cas sistemi nasıl keşfedildi?
Bu sistemin keşfedilme yolu diğerlerinden çok da farklı değil aslında. CRISPR-cas sistemi keşfedilmeden önce genetik modifikasyon yapmak için kullanılan enzimler (restriksiyon endonükleaz gibi) ve CRISPR-cas sisteminde kullanılan enzimler ve mekanizmalar bilim insanları tarafından icat edilmemiştir. Bu sistemler hali hazırda bakterilerde varken bilim insanları tarafından keşfedilmiş ve genetik modifikasyon yapmak üzere kullanılmaya başlanmıştır.

Bakterilerde CRISPR-cas sistemine oldukça benzeyen bir sistem vardır. Bakteriler bu sistemi kullanarak, virüs tarafından enfekte edildiklerinde virüs DNA'sından bir parçayı kendi DNA'larına entegre ederler. Bunun sonucunda da aynı virüs tarafından tekrar enfekte edildiklerinde çok daha hızlı ve etkili bir cevap verirler.



CRISPR-cas sistemi nasıl çalışır?
Bu sistemde en önemli şey DNA'nın doğru yerden kesilmesidir.( Çünkü yanlış yerden kesilme hem bilim insanlarının amaçlarına ulaşmasını engeller hem de genomda ekstra bir mutasyona sebep olur) DNA'da kesimin doğru yerde olmasını guide RNA dediğimiz kesilecek olan DNA bölgesiyle eşleşebilen RNA parçası sağlar.

Guide RNA kesilecek bölgeyi tanıyıp onunla eşleşme yaptığında, cas enzimi DNA'nın 2 zincirini birden keser. Bu kesim sonucunda da o bölgede istenilen değişimler yapılabilir.

Bu yazıda sizlere elimden geldiğince moleküler biyoloji ve genetik alanında çığır açıcı bir buluş olan CRISPR yönteminden bahsettim. Umarım hoşunuza gitmiş ve faydalı olmuştur. CRISPR yöntemiyle ve kullanım alanlarıyla ilgili yorumlarınızı bekliyorum. Hepinize mutlu, huzurlu ve sağlıklı günler,Merve.

Dipnot:Giriş paragrafında bahsettiğim yazının linki: http://bilgekoala.blogspot.com.tr/2016/10/2016-nobel-odulleri.html

14 Ekim 2016 Cuma

2016 Nobel Ödülleri

Herkese merhabalar :) Hepimizin bildiği üzere bilim dünyasının en prestijli ve en çok bilinen ödüllerinden biri Nobel ödülleridir. Bundan yıllar yıllaar önce Alfred Nobel'in kardeşinin öldüğü zamanlarda hata yapan bir gazeteci aslında bu ödüllerin ortaya çıkmasında büyük bir rol oynamaktadır. Nasıl mı? Şöyle ki,bu ünlü gazeteci Alfred Nobel'in öldüğünü zannedip onun hakkında ve onun icat ettiği dinamitlerin etkileri hakkında bir gazete yazısı yazar. Alfred Nobel bu yazıyı okuduğunda öldüğü zaman arkasından böyle kötü bir şekilde bahsedilmesinden korkar ve kendinden iyi şekilde bahsedilmesini sağlamak amacıyla Nobel ödüllerini vermeye başlar ve bu ödül yıllar geçtikçe günümüzdeki önemine ulaşır. Gerçekten ilginç bir hikaye değil mi :) 



Bugünkü yazımda bu sene Nobel fizyoloji ödülü alan Yoshinori Ohsumi'nin çalışmalarından bahsedeceğim. Ohsumi'nin çalışması hücrenin kendi kendini yemesi olarak tarif edebileceğimiz otofaji hakkında. Gelin hep beraber otofaji nedir, neden gerçekleştirir, vücudumuzda hangi durumlarda önemlidir inceleyelim.

Otofaji Nedir?
Otofaji, hücre içi makro moleküllerin ve organellerin bir kesecik içine alınarak lizozomlara yönlendirilmesi ve lizozomla birleşerek burada parçalanmasına yol açan bir mekanizmadır. Yani nasıl yemek yedikten sonra besinlerimiz bağırsakta sindiriliyorsa otofajide de vücut kısımları hücre içinde sindirime uğruyor.

Otofaji neden gerçekleşir?
Vücut kısımlarının sindirilmesi diye açıkladığımız zaman otofaji sanki zararlı bir süreç gibi geliyor insana değil mi? Ama aslında otofaji vücudu kurtaran bir süreç. Mesela, canlılar uzun süre açlığa maruz kaldığında ve sindireceği besinler tükendiğinde otofaji yolağını kullanarak vücutta diğerlerine nispeten daha yararsız olan hücreleri sindirip enerji ihtiyacını karşılayabiliyor. Veya hücre içinde yaşlanmış ve görevini verimli bir şekilde yerine getiremeyen organeller tespit edildiğinde yine otofaji yolağı kullanıyor ve bu organellerdeki makro moleküller bir nevi geri dönüşüme uğruyor.



Otofaji vücut için neden önemlidir ?
Otofaji vücutta stres durumlarında ve embriyonik gelişim esnasında sıkça kullanılan bir süreçtir. Otofajiden sorumlu genlerde bir mutasyon olduğu zaman embriyonik gelişimde büyük sıkıntılar oluşabilir.

Otofajinin en etkin olduğu sistemlerden biri de bağışıklık sistemidir. Bağışıklık sistemimiz vücutta yabancı bir bakteri veya virüs tespit ettiği zaman özel bağışıklık hücreleri tarafından bu bakteri ve virüsler hücre içine alınır ve otofaji süreciyle sindirilip yok edilir.


Evet, anladığımız üzere otofaji vücudumuz için oldukça önemli bir süreç. Mantıken bu kadar önemli bir süreçte sorun olduğu zaman vücutta ciddi hastalıkların oluşması gerekir ki gerçek hayatta da durum böyle. Mesela, yapılan son araştırmalara göre diyabet,Alzheimer,kanser gibi ciddi hastalıkların temellerinde otofaji olayıyla alakalı hatalar var.

Bugünkü yazımın sonuna geldik. Umarım hoşunuza gitmiştir umarım gelecek senelerde Nobel alan bilim insanlarından bahsederken bizim ülkemizden bilim insanlarında da bahsederiz. Hepinize mutlu, huzurlu, sağlıklı günler, Merve 

4 Ekim 2016 Salı

Büyüleyici bağırsak

Herkese merhabalar :) Bugünkü yazımda sizlere bağırsak mikrobiyomumuzun sağlığımız için büyük önem taşıdığını kanıtlayan bir araştırmadan bahsedeceğim. Sizin bu konuda herhangi bir bilginiz var mıydı bilmiyorum ama geçen günlerde bir dergide bağırsak mikrobiyomumuzdaki değişimler alzheimer'ın sebeplerinden biri olabilir adlı yazıyı gördüğümde oldukça şaşırmıştım ve açıkça söylemek gerekirse ilk başta çok da inanmamıştım. Sonuçta bağırsaktaki bir bakteri nasıl olur da beyni büyük oranda tahrip eden Alzheimer gibi bir hastalığa sebep olabilir? Bu konuda ufak çaplı bir araştırma yapınca bağırsak mikrobiyomundaki değişimlerin tip 2 diyabete sebep olduğunu anlatan bir yazıya rastladım (ki Nature'da yayınlandığı için inandırıcı gelmeme gibi bir olasılığı da yoktu). Ve böylece bu konudan size de bahsetmeye karar verdim. Umarım keyifle okursunuz ve bu araştırma beni şaşırttığı kadar sizi de şaşırtır :)


Tip 2 diyabet dediğimiz hastalık vücuttaki insülin salınımının azalmasından veya vücut hücrelerinde insülin direncinin artmasından kaynaklanır. Hastalığın oluşumundaki en büyük etkenler sağlıksız beslenme ve egzersiz eksikliğidir. Bu etkenler günümüzde oldukça yaygınlaştığından tahmin edebileceğiniz üzere tip 2 diyabet de günümüzdeki en yaygın hastalıklardan biri olmuştur. Günümüzde, yetişkin insanların %10'u tip 2 diyabet hastalığına sahiptir.


Bu kadar yaygınlaşan hastalığın sebeplerini anlamak ve o yönde tedavi bulmak amacıyla bilim insanları geçtiğimiz yıl 277 sağlıklı ve 75 tip 2 diyabete sahip insan üzerinde bir araştırma gerçekleştirdi. Araştırma sonuçlarına göre tip 2 diyabet hastalarının kanındaki BCAA's değerleri normal insanlara oranla oldukça yüksek.


BCAA's bağırsaklarımızdaki prevotella capri ve bacteroides vulgatus adlı 2 bakteri türü tarafından sentezleniyor. Ve yukarıda da anlattığım gibi bu metabolitin kanda yüksek oranda bulunması tip 2 diyabete sebep oluyor. Şaşırtıcı değil mi ? Bağırsaklarımızdaki 2 bakteri türünün sayılarının artması insülin direncimizi etkiliyor :)


Bilim insanları henüz bakterilerin sayılarını dengeleyecek dolayısıyla insülin direncimizi azaltacak bir ilaç geliştiremedi. Fakat  geçtiğimiz günlerde araştırmacılardan Oluf Perdersen araştırma sonuçlarına göre sağlıklı beslenme düzeninin bu iki bakteri türünün sayılarını dengelediğini açıkladı.

Kısacası, ilaca bel bağlamak yerine sağlıklı bir beslenme düzeni oluştursak mesela 1 günlük enerji ihtiyacımızı bir hamburgerle sağlamasak, bir şişesinde 33 tane küp şeker içeren kolaları içmesek, katkı maddeli ürünleri hayatımızdan çıkarıp onlar yerine meyve ve sebzeleri hayatımıza dahil etsek bir sürü hastalığı engellemiş olacağız. Umarım yazı hoşunuza gitmiştir. Hepinize mutlu,sağlıklı,huzurlu günler,Merve :)

30 Eylül 2016 Cuma

Bu Hafta Neler Öğrendim?

Herkese merhabalar :) Yazının adından da anlayabileceğiniz üzere bugünkü yazımda sizlere bu hafta öğrendiğim bana ilginç gelen şeyleri paylaşacağım. Umarım keyifle okursunuz. Eğer siz de öğrendiğiniz yeni şeyleri benimle paylaşmak isterseniz yorum bırakabilir ya da bilgekoalaa@gmail.com adresine mail atabilirsiniz ki paylaşmanız beni gerçekten çok mutlu eder. Hepinize keyifli okumalar :)


1.Herkes gibi ben de bilgisayar ve telefon gibi radyasyon yayan aletleri sıkça kullanmaktayım. Ve kaktüs bitkisinin radyasyonu emdiğini duyduğumdan beri odamda kaktüs bulundururum. Fakat bu hafta öğrendim ki kaktüsün diğer bitkilerden daha fazla radyasyon emdiği aslında bilim dışı bir bilgiymiş. Şöyle ki: her bitki içeriğinde belli bir miktar su bulundurduğundan (ve su da radyasyonu absorbe ettiğinden) belli bir miktar radyasyon emiyor. Zaten kaktüsün daha fazla radyasyon emdiği sanısı da daha çok su içerdiğinden geliyor.Fakat olaya bu açıdan bakarsak kavun ve karpuz en çok radyasyon emiciler olurdu.


2.Bu hafta genler unutmaz adlı epigenetik hakkında en iyilerden olan bir kitabı okumaya başladım. Ve kitabı okudukça beslenme düzenimizin hayatımızı neredeyse genlerimiz kadar etkilediğini öğrendim. Bu konu hakkında gelecek haftalarda zaten uzunca yazacağım. Şimdi ise diyet yapanların yakında tanıdığı yeşil çayın yağ yakımını hızlandırmaktan farklı büyük bir faydasından bahsedeyim. Yeşil çayın bileşenlerin olan epigallokateşin-3-gallat meme kanseri hücrelerinde apoptoz(hücre ölümü) ve hücre büyümesinin yavaşlamasına sebep oluyormuş.  Sonuç olarak, oldukça tehlikeli ve yaygın olan kanserden korunmak amaçlı yeşil çayı günlük rutinimizin bir parçası yapmakta oldukça fayda var. Bu konu hakkında son bir hatırlatma daha: günümüzde çoğu insan pratik olmasından dolayı bitki çaylarını hazır çay poşetleri kullanarak hazırlıyor.Bu çay poşetleri plastik ve çeşitli kimyasallar içerdiğinden sıcak suyla fazla teması kanserojen maddelerin oluşumuna sebep olabiliyor. Bu konuda lütfen hassas olalım,çay poşetlerinin sıcak suyla fazla temas etmesine izin vermeyelim :)


3.Öğrendiğim son bilgi kitapseverleri oldukça sevindiricek nitelikte. Yale üniversitesinde 3.635 insan üzerinde yapılan araştırma sonucu günde yarım saat kitap okuyan insanların okumayanlara oranla 2 yıl daha fazla yaşadığı açığa çıktı. Bilim insanları bu ilginç araştırma sonucunun nedenlerini kesin olarak belirleyemese de en büyük nedenlerden birinin okuma alışkanlığının beyin aktivitelerinin korunmasına yardımcı olması olduğunu düşünülüyor. Sonuç olarak, okuyalım okutalım sevgili okurlar.( Benim sizlere bu haftalık kitap tavsiyem stefan zweig-satranç)

Bu hafta öğrendiklerim yaklaşık olarak bu şekildeydi. Umarım keyifle okumuşsunuzdur ve sizlere küçük de olsa bir şeyler katabilmişimdir. Hepinize mutlu,huzurlu,sağlıklı günler,Merve


26 Eylül 2016 Pazartesi

Genetiği Değiştirilmiş İnsanlar!

Herkese merhabalar :) Bugünkü yazımda öncelikle CRISPR adı verilen gen modifikasyonunda çığır açan bir yöntemden kısaca bahsedeceğim(eğer yöntemi bilimsel olarak daha detaylı anlatmamı isterseniz yorum atabilir ya da bilgekoalaa@gmail.com adresine mail atabilirsiniz.Gelecek yazılarımda böylece daha detaylı bahsedebilirim) Daha sonra bu yöntemin ardından tekrar gündeme gelen insanlar üzerinde gen modifikasyonu yapılmalı mı yapılmamalı mı tartışmasından biraz bahsedeceğim. Bu tartışmayla ilgili neler düşünüyorsunuz siz bu konuya hangi yönden bakıyorsunuz gerçekten çok merak ediyorum düşüncelerinizi yine yorum ya da mail olarak bekliyorum. Hepinize keyifli okumalar :)


CRISPR spesifik bakteri türlerinde keşfedilen bir sistem.Bu sistem şöyle çalışıyor:
1)Özel bir genetik kod üzerinde konumlanma
2)Belirlenen DNA’yı kesme
3)Genetik kodu yeniden yazma
Bu sistemi kullanarak bakteriler kendilerini virüslerden korurken bilim insanları bu sistem sayesinde canlıların genetik kodlarını değiştirebiliyor yani bilimsel adıyla genetik modifikasyon yapıyorlar.

CRISPR’ı geçmişte genetik modifikasyon yapmak için kullanılan yöntemlerden ayıran temel özellikleri ucuz ve hızlı olması. Tabii bu kadar verimli çalışan bir sistem keşfedilince bilim dünyasında insanlarda genetik modifikasyon yapmaya başlanmalı mı başlanmamalı mı tartışması tekrar gündeme geldi. Şimdi hep birlikte bu tartışma nasıl ilerledi önce ona bakalım daha sonra da insanlar üzerinde genetik modifikasyon yapmanın avantaj ve dezavantajlarını inceleyelim.


İnsan üzerinde genetik modifikasyon yapmak çoğu ülkede illegal bir olay. Fakat bazı istisnalar da var. Mesela İngiltere’de geçtiğimiz aylarda yapılan bir değişiklikle beraber insan üzerinde genetik modifikasyon yapmak yasal bir hale geldi. Fakat henüz İngiltere’deki bilim insanları tarafından bu konuyla alakalı bir çalışma yayınlanmadı. Benim bildiğim üzere yayınlanan tek çalışma Çin’deki bilim insanları tarafından yapıldı.Bilim dünyasını oldukça şaşırtan bu çalışmada bilim insanları araştırma egzersizi olarak genetiği değiştirilmiş bir insan embriyosu yaptıklarını ve gelişmesi için 1-2 gün izin verdiklerini açıkladı. Bu deney etik midir değil midir kişiden kişiye değişen bir durum fakat bu deneyin çok faydalı sonuçları olduğu da su götürmez bir gerçek.Mesela, bu deneyden sonra anlaşıldı ki her ne kadar CRISPR şu anki teknoloji için bir çığır olsa da insanda genetik modifikasyon yaparken tam verimli çalışmıyor ve embriyo üzerinde mozaikleşmeye sebep oluyor.Yani bilim dünyası  insan üzerinde gen modifikasyonu yapmaya şu an için oldukça uzak.


Tartışmanın ilerleyişi hakkında genel bir bilgi edindiğimize göre insan üzerinde genetik modifikasyon yapmanın avantaj ve dezavantajlarına gelelim.En büyük avantajı hepinizin tahmin edebileceği üzere insanlarda görülen hastalıkları yok ederek herkesin sağlıklı bir yaşama sahip olmasını sağlamak.En büyük dezavantajı ise insan üzerinde genetik modifikasyon yapıldığında tam olarak nelerin gerçekleşeceğinin bilinmemesi ve bir kere bile değişiklik yapılsa onu geri döndürmek ve nesillerce aktarılmasını engellemek için bilinen bir yol olmaması.


Bugünkü yazımın da böylece sonuna geldik. Umarım hoşunuza gitmiştir. Hepinize mutlu,huzurlu,sağlıklı günler,Merve :)

20 Eylül 2016 Salı

Hücrelerin enerji kaynağı: Mitokondri

Herkese yeniden merhabalar :) Blog'a uzun süreli bir ara vermiştim. Öncelikle bu ara için hepinizden özür diliyorum. Şimdi büyük bir heyecanla tekrar yazmaya başladım. Her hafta elimden geldiğince sizleri bilim dünyasındaki son gelişmelerden ya da genel olarak biyoloji hakkında bilgilendiren yazılar yazacağım. Umarım hoşunuza gider ve keyifle okursunuz :) 

Bu haftaki yazımın konusu vücudumuzun enerji üreticisi ve organellerin bana göre en önemlisi olan mitokondri. Çoğumuzun bildiği ve bize ders kitaplarında anlatıldığı üzere mitokondri glukoz ve oksijeni  krebs ve oksidatif fosforilasyon yollarını kullanarak ATP ve karbondioksite çeviren organeldir. Ama aslında mitokondrinin enerji üretmekten başka çok önemli ve çeşitli görevli vardır. İşte bugünkü yazımda ben de bu görevlerden bahsedeceğim. Keyifli okumalar :) 

1.Yapılan araştırmalar kanserli hücrelerin %80'inde mitokondri hasarı bulunduğunu gösteriyor. Bu hücreler mitokondrileri hasarlı olduğundan enerji ihtiyaçlarını glikoliz adı verilen yolla karşılar ve yüksek miktarda laktik asit üretirler. Bu yüzden de kanserli hücrelerin olduğu ortam fazla asidik olur ve normal hücreler bu ortamda yaşayamaz.


2.Doğanın en temel kurallarından biri de şudur: Her canlı doğar,büyür ve ölür. Çoğu canlıda ve çok rahat gözlemleyebileceğimiz üzere insanlarda büyüme ve ölme safhalarının arasında yaşlanma adını verdiğimiz bir süreç vardır. Ve insanlık tarihi boyunca yaşlanmanın nasıl gerçekleştiği büyük bir merak konusu olmuştur. Bu konuda henüz tam olarak kanıtlanan bir hipotez olmasa da genel olarak en kabul edilen hipotez ‘mitokondriyel yaşlanma hipotezi’dir.Bu hipoteze göre yaşlanma olayı şöyle gerçekleşir: Enerji üretiminin son safhası olan oksidatif fosforilasyonda (bu olay mitokondride gerçekleşir) oksijen hidrojenle birleşir ve su oluşur. Fakat bu olay sırasında bazen ‘elektrik kaçağı’ olarak tabir edebileceğimiz olaylar olur ve oksijen elektronlarla birleşerek aktif oksijen dediğimiz hücre içindeki moleküllere zarar veren yapılar oluşturur. İşte bu yapılar da yaşlanmanın en büyük nedeni olarak sayılıyor çoğu bilim insanı tarafından.
3.Hücre ölümü her ne kadar kulağa kötü bir olaymış gibi gelse de aslında hayatın devamlılığı için en önemli olan olaylardan biridir. Hücre ölümü için çok çeşitli yollar vardır.Ve bunlardan vücut tarafından en yaygın olarak kullanılanı yani apoptoz mitokondrilerde gerçekleşir.


4.Vücudumuzda bulunan tüm mitokondrilerin orijini annemize dayanır. Çünkü döllenme sırasında spermin mitokondrileri yumurtanın içine girmez. Böylece zigotun tüm mitokondrileri de anneden gelmiş olur.

5.Mitokondriyi diğer organellerden ayıran önemli bir özelliği de kendi DNA’sını içermesidir. Mitokondri toplamda 37 adet gen içerir ve bunlardan 13 tanesi protein kodlar. Geri kalan genler ise mitokondri de görev yapacak RNA’ları kodlar. Ama tabi ki bu RNA’lar ve proteinler mitokondrinin tüm işlevlerini yapması için yeterli değildir. Yani mitokondri de diğer tüm organeller gibi hücre genomu tarafından sentezlenecek ürünlere bağımlıdır.

Mitokondrinin görevleriyle alakalı olarak söylüyeceklerim bu kadar :) Yazıyı sonlandırmadan önce bilim dünyasındaki bir gelişmeden de bahsetmek istiyorum. Bildiğimiz üzere ökaryot hücrelerini prokaryot hücrelerden ayıran temel özellik organellere sahip olmaları. Ve bu zamana kadar bilim insanları tüm ökaryot hücrelerin mitokondrilere sahip olduğunu düşünüyordu. Fakat yapılan son araştırmalar kemirgenlerde hücre içi paraziti olan ve ökaryot olarak bilinen Monocercomonoides canlısında mitokondri ve mitokondriyle alakalı proteinlerin bulunmadığını gösterdi. Ve bu sonuç bilim dünyasını oldukça şaşırttı.

Gördüğümüz üzere bilim dünyasında her geçen gün bildiklerimizi dipten değiştirebilecek gelişmeler oluyor. Sanırım ben de bu dinamizmi seviyorum. Okuduğunuz için çok teşekkür ederim.Hepinize mutlu günler.Sevgiler,Merve.