Herkese merhabalar :) Bugünkü yazımda sizlere çok popüler bir konudan bahsedeceğim. Kanser -maalesef ki- artan uv ışınları ve kanserojen maddeler sebebiyle gittikçe popülerleşen bir hastalık. Biz de bugün sizlerle birlikte bu hastalık nedir, ona sebep olan etkenler nedir, şu an bu hastalığa karşı geliştirilen tedaviler bu hastalığı nasıl iyileştirebiliyor gibi konuları inceleyeceğiz. Umarım keyif alırsınız ve sizin için faydalı bir yazı olur. Hepinize keyifli okumalar :)
Kanser nedir?
Tek bir cümleyle özetlemek gerekirse kanser, hücrelerin kontrol dışında büyümesi ve bölünmesidir.
Normal hücrelerde hücre bölünmesini kontrol eden 4 temel gen ailesi vardır. Bunlar onkogenler, tümör supresör genler, intihar genleri ve DNA tamir genleridir. Bu genlerden bir ya da birkaçının uv ışınları ya da kanserojen maddeler tarafından mutasyona uğratılması sonucunda hücreler hiçbir kontrole maruz kalmadan sınırsız bir şekilde bölünmeye başlar. Bu bölünmeler sonucunda da vücut kanser hücreleri tarafından ele geçirilir ve normal hücreler işlevlerini yerine getiremez.
Kanser hücreleri oldukça akıllı hücrelerdir.(Bu cümle bilimsel olarak hiç doğru değil fakat siz anlatmaya çalıştığı şeye odaklanmaya çalışın :)) Sınırsız bir şekilde bölünebilmek için çok farklı ve zekice stratejiler izlerler. Mesela, dolaşım ya da lenf sistemini kullanarak vücudun farklı bölgelerine gidebilir ya da çok olan enerji ihtiyaçlarını karşılamak üzere kendilerine göre kan damarlarını düzenleyebilirler.
Kanserin sebepleri nelerdir?
Kanserin en temel sebebi hücre bölünmesini düzenleyen genlerde olan mutasyonlardır. Bu mutasyonlardan bazıları genetik olarak aktarılır bazıları ise bireyin yaşamı boyunca maruz kaldığı uv ışınları ve kanserojen maddeler etkisiyle oluşur. Örnek olarak şöyle anlatılabilir ,intihar genleri(suicide genes) hücrede anormal fonksiyon gösteren protein sayısı arttığında ya da DNA'da geri dönüştürülemeyecek kadar fazla mutasyon olduğunda hücrede apoptoz olayı denilen-hücrenin kendi kendini öldürmesi olarak tarif edilebilir- bir olayı başlatır. Eğer intihar genleri mutasyona uğrar ve işlevsiz hale gelirse hücrede ne kadar çok mutasyon olursa olsun apoptoz olayı başlatılamaz ve hücre sonsuz bölünme evresine yani kanser evresine geçmiş olur.
Kanser tedavileri tam olarak ne yapar?
Günümüzde en çok kullanılan kanser tedavileri kemoterapi,radyoterapi ve ameliyattır. Radyoterapide enerjisi yüksek ışınlar kullanılarak kanser hücreleri yok edilmeye çalışılır. Kemoterapide de aynı amaç vardır fakat kemoterapide yüksek enerjili ışınlar yerine özel kimyasallar kullanılır. Fakat bu tedaviler uygulandığında normal hücreler de fazla zarar gördükleri için bilim insanları şu sıralar immünoterapi dediğimiz ve kanser hücrelerinin vücudun kendi bağışıklık sistemi tarafından tanınması ve öldürülmesini amaçlayan bir tedaviyi geliştirmek üzere uğraşıyorlar.
Umarım immünoterapi gibi etkili tedaviler bir an önce bulunur ve bu hastalıktan sıkıntı çeken herkes bir an önce iyileşir. Tedaviler bulunmadan önce bizim üzerimize düşenler ise kansere karşı korunmada en önemli yollar olan sağlıklı bir beslenme ve yaşam düzeni kurmak ve belli bir yaşın üzerine gelince taramaları aksatmamak.Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere. Hoşçakalın, mutlu kalın...
14 Aralık 2016 Çarşamba
11 Kasım 2016 Cuma
Son yüzyılın en çığır açan buluşu:CRISPR
Herkese merhabalar :) Bugünkü yazımda sizlere bana göre yüzyılın en önemli buluşu olan, onun sayesinde bilim insanlarının genetik modifikasyonu daha kolay, daha hızlı ve daha ucuz bir şekilde yaptığı yöntemden bahsedeceğim. Yöntemin ismi CRISPR-cas sistemi. Kaşifleri bu sene Nobel ödülüne aday gösterildi ve maalesef-maalesef diyorum çünkü ben gerçekten onların kazanmasını istiyordum ama karar jürinin tabii ki- tahminler yanlış çıktı ve Nobel ödülü otofaji hakkında çalışmalar yapan bir bilim insanına verildi. (Onun hakkında da daha önceden bir yazı yazmıştım linki yazının sonuna koyuyor olacağım okumak isteyenler için)
CRISPR-cas sistemi nedir ne işe yarar?
CRISPR-cas sistemi DNA'nın özel bölgelerini tanıyarak onu kesiyor ve o bölgede değişimler yapılmasına olanak tanıyor. Böylece Crıspr-cas sistemi kullanılarak bakterilerin, bitkilerin, hayvanların genleri bilim insanları tarafından istenilen doğrultuda değiştirilebiliyor.
CRISPR-cas sistemi nasıl keşfedildi?
Bu sistemin keşfedilme yolu diğerlerinden çok da farklı değil aslında. CRISPR-cas sistemi keşfedilmeden önce genetik modifikasyon yapmak için kullanılan enzimler (restriksiyon endonükleaz gibi) ve CRISPR-cas sisteminde kullanılan enzimler ve mekanizmalar bilim insanları tarafından icat edilmemiştir. Bu sistemler hali hazırda bakterilerde varken bilim insanları tarafından keşfedilmiş ve genetik modifikasyon yapmak üzere kullanılmaya başlanmıştır.
Bakterilerde CRISPR-cas sistemine oldukça benzeyen bir sistem vardır. Bakteriler bu sistemi kullanarak, virüs tarafından enfekte edildiklerinde virüs DNA'sından bir parçayı kendi DNA'larına entegre ederler. Bunun sonucunda da aynı virüs tarafından tekrar enfekte edildiklerinde çok daha hızlı ve etkili bir cevap verirler.
CRISPR-cas sistemi nasıl çalışır?
Bu sistemde en önemli şey DNA'nın doğru yerden kesilmesidir.( Çünkü yanlış yerden kesilme hem bilim insanlarının amaçlarına ulaşmasını engeller hem de genomda ekstra bir mutasyona sebep olur) DNA'da kesimin doğru yerde olmasını guide RNA dediğimiz kesilecek olan DNA bölgesiyle eşleşebilen RNA parçası sağlar.
Guide RNA kesilecek bölgeyi tanıyıp onunla eşleşme yaptığında, cas enzimi DNA'nın 2 zincirini birden keser. Bu kesim sonucunda da o bölgede istenilen değişimler yapılabilir.
Bu yazıda sizlere elimden geldiğince moleküler biyoloji ve genetik alanında çığır açıcı bir buluş olan CRISPR yönteminden bahsettim. Umarım hoşunuza gitmiş ve faydalı olmuştur. CRISPR yöntemiyle ve kullanım alanlarıyla ilgili yorumlarınızı bekliyorum. Hepinize mutlu, huzurlu ve sağlıklı günler,Merve.
Dipnot:Giriş paragrafında bahsettiğim yazının linki: http://bilgekoala.blogspot.com.tr/2016/10/2016-nobel-odulleri.html
Bakterilerde CRISPR-cas sistemine oldukça benzeyen bir sistem vardır. Bakteriler bu sistemi kullanarak, virüs tarafından enfekte edildiklerinde virüs DNA'sından bir parçayı kendi DNA'larına entegre ederler. Bunun sonucunda da aynı virüs tarafından tekrar enfekte edildiklerinde çok daha hızlı ve etkili bir cevap verirler.
CRISPR-cas sistemi nasıl çalışır?
Bu sistemde en önemli şey DNA'nın doğru yerden kesilmesidir.( Çünkü yanlış yerden kesilme hem bilim insanlarının amaçlarına ulaşmasını engeller hem de genomda ekstra bir mutasyona sebep olur) DNA'da kesimin doğru yerde olmasını guide RNA dediğimiz kesilecek olan DNA bölgesiyle eşleşebilen RNA parçası sağlar.
Guide RNA kesilecek bölgeyi tanıyıp onunla eşleşme yaptığında, cas enzimi DNA'nın 2 zincirini birden keser. Bu kesim sonucunda da o bölgede istenilen değişimler yapılabilir.
Bu yazıda sizlere elimden geldiğince moleküler biyoloji ve genetik alanında çığır açıcı bir buluş olan CRISPR yönteminden bahsettim. Umarım hoşunuza gitmiş ve faydalı olmuştur. CRISPR yöntemiyle ve kullanım alanlarıyla ilgili yorumlarınızı bekliyorum. Hepinize mutlu, huzurlu ve sağlıklı günler,Merve.
Dipnot:Giriş paragrafında bahsettiğim yazının linki: http://bilgekoala.blogspot.com.tr/2016/10/2016-nobel-odulleri.html
Etiketler:
bilim bilgileri,
crispr,
crispr cas9,
crispr cas9 sistemi,
crispr nedir,
dna,
dna ve genetik kod,
genetik modifikasyon,
genetik mühendisliği,
hücre
14 Ekim 2016 Cuma
2016 Nobel Ödülleri
Herkese merhabalar :) Hepimizin bildiği üzere bilim dünyasının en prestijli ve en çok bilinen ödüllerinden biri Nobel ödülleridir. Bundan yıllar yıllaar önce Alfred Nobel'in kardeşinin öldüğü zamanlarda hata yapan bir gazeteci aslında bu ödüllerin ortaya çıkmasında büyük bir rol oynamaktadır. Nasıl mı? Şöyle ki,bu ünlü gazeteci Alfred Nobel'in öldüğünü zannedip onun hakkında ve onun icat ettiği dinamitlerin etkileri hakkında bir gazete yazısı yazar. Alfred Nobel bu yazıyı okuduğunda öldüğü zaman arkasından böyle kötü bir şekilde bahsedilmesinden korkar ve kendinden iyi şekilde bahsedilmesini sağlamak amacıyla Nobel ödüllerini vermeye başlar ve bu ödül yıllar geçtikçe günümüzdeki önemine ulaşır. Gerçekten ilginç bir hikaye değil mi :)
Bugünkü yazımda bu sene Nobel fizyoloji ödülü alan Yoshinori Ohsumi'nin çalışmalarından bahsedeceğim. Ohsumi'nin çalışması hücrenin kendi kendini yemesi olarak tarif edebileceğimiz otofaji hakkında. Gelin hep beraber otofaji nedir, neden gerçekleştirir, vücudumuzda hangi durumlarda önemlidir inceleyelim.
Otofaji Nedir?
Otofaji, hücre içi makro moleküllerin ve organellerin
bir kesecik içine alınarak lizozomlara yönlendirilmesi
ve lizozomla birleşerek burada parçalanmasına
yol açan bir mekanizmadır. Yani nasıl yemek yedikten sonra besinlerimiz bağırsakta sindiriliyorsa otofajide de vücut kısımları hücre içinde sindirime uğruyor.
Otofaji neden gerçekleşir?
Vücut kısımlarının sindirilmesi diye açıkladığımız zaman otofaji sanki zararlı bir süreç gibi geliyor insana değil mi? Ama aslında otofaji vücudu kurtaran bir süreç. Mesela, canlılar uzun süre açlığa maruz kaldığında ve sindireceği besinler tükendiğinde otofaji yolağını kullanarak vücutta diğerlerine nispeten daha yararsız olan hücreleri sindirip enerji ihtiyacını karşılayabiliyor. Veya hücre içinde yaşlanmış ve görevini verimli bir şekilde yerine getiremeyen organeller tespit edildiğinde yine otofaji yolağı kullanıyor ve bu organellerdeki makro moleküller bir nevi geri dönüşüme uğruyor.
Otofaji vücut için neden önemlidir ?
Otofaji vücutta stres durumlarında ve embriyonik gelişim esnasında sıkça kullanılan bir süreçtir. Otofajiden sorumlu genlerde bir mutasyon olduğu zaman embriyonik gelişimde büyük sıkıntılar oluşabilir.
Otofajinin en etkin olduğu sistemlerden biri de bağışıklık sistemidir. Bağışıklık sistemimiz vücutta yabancı bir bakteri veya virüs tespit ettiği zaman özel bağışıklık hücreleri tarafından bu bakteri ve virüsler hücre içine alınır ve otofaji süreciyle sindirilip yok edilir.
Evet, anladığımız üzere otofaji vücudumuz için oldukça önemli bir süreç. Mantıken bu kadar önemli bir süreçte sorun olduğu zaman vücutta ciddi hastalıkların oluşması gerekir ki gerçek hayatta da durum böyle. Mesela, yapılan son araştırmalara göre diyabet,Alzheimer,kanser gibi ciddi hastalıkların temellerinde otofaji olayıyla alakalı hatalar var.
Bugünkü yazımın sonuna geldik. Umarım hoşunuza gitmiştir umarım gelecek senelerde Nobel alan bilim insanlarından bahsederken bizim ülkemizden bilim insanlarında da bahsederiz. Hepinize mutlu, huzurlu, sağlıklı günler, Merve
4 Ekim 2016 Salı
Büyüleyici bağırsak
Herkese merhabalar :) Bugünkü yazımda sizlere bağırsak mikrobiyomumuzun sağlığımız için büyük önem taşıdığını kanıtlayan bir araştırmadan bahsedeceğim. Sizin bu konuda herhangi bir bilginiz var mıydı bilmiyorum ama geçen günlerde bir dergide bağırsak mikrobiyomumuzdaki değişimler alzheimer'ın sebeplerinden biri olabilir adlı yazıyı gördüğümde oldukça şaşırmıştım ve açıkça söylemek gerekirse ilk başta çok da inanmamıştım. Sonuçta bağırsaktaki bir bakteri nasıl olur da beyni büyük oranda tahrip eden Alzheimer gibi bir hastalığa sebep olabilir? Bu konuda ufak çaplı bir araştırma yapınca bağırsak mikrobiyomundaki değişimlerin tip 2 diyabete sebep olduğunu anlatan bir yazıya rastladım (ki Nature'da yayınlandığı için inandırıcı gelmeme gibi bir olasılığı da yoktu). Ve böylece bu konudan size de bahsetmeye karar verdim. Umarım keyifle okursunuz ve bu araştırma beni şaşırttığı kadar sizi de şaşırtır :)
Tip 2 diyabet dediğimiz hastalık vücuttaki insülin salınımının azalmasından veya vücut hücrelerinde insülin direncinin artmasından kaynaklanır. Hastalığın oluşumundaki en büyük etkenler sağlıksız beslenme ve egzersiz eksikliğidir. Bu etkenler günümüzde oldukça yaygınlaştığından tahmin edebileceğiniz üzere tip 2 diyabet de günümüzdeki en yaygın hastalıklardan biri olmuştur. Günümüzde, yetişkin insanların %10'u tip 2 diyabet hastalığına sahiptir.
Bu kadar yaygınlaşan hastalığın sebeplerini anlamak ve o yönde tedavi bulmak amacıyla bilim insanları geçtiğimiz yıl 277 sağlıklı ve 75 tip 2 diyabete sahip insan üzerinde bir araştırma gerçekleştirdi. Araştırma sonuçlarına göre tip 2 diyabet hastalarının kanındaki BCAA's değerleri normal insanlara oranla oldukça yüksek.
BCAA's bağırsaklarımızdaki prevotella capri ve bacteroides vulgatus adlı 2 bakteri türü tarafından sentezleniyor. Ve yukarıda da anlattığım gibi bu metabolitin kanda yüksek oranda bulunması tip 2 diyabete sebep oluyor. Şaşırtıcı değil mi ? Bağırsaklarımızdaki 2 bakteri türünün sayılarının artması insülin direncimizi etkiliyor :)
Bilim insanları henüz bakterilerin sayılarını dengeleyecek dolayısıyla insülin direncimizi azaltacak bir ilaç geliştiremedi. Fakat geçtiğimiz günlerde araştırmacılardan Oluf Perdersen araştırma sonuçlarına göre sağlıklı beslenme düzeninin bu iki bakteri türünün sayılarını dengelediğini açıkladı.
Kısacası, ilaca bel bağlamak yerine sağlıklı bir beslenme düzeni oluştursak mesela 1 günlük enerji ihtiyacımızı bir hamburgerle sağlamasak, bir şişesinde 33 tane küp şeker içeren kolaları içmesek, katkı maddeli ürünleri hayatımızdan çıkarıp onlar yerine meyve ve sebzeleri hayatımıza dahil etsek bir sürü hastalığı engellemiş olacağız. Umarım yazı hoşunuza gitmiştir. Hepinize mutlu,sağlıklı,huzurlu günler,Merve :)
Tip 2 diyabet dediğimiz hastalık vücuttaki insülin salınımının azalmasından veya vücut hücrelerinde insülin direncinin artmasından kaynaklanır. Hastalığın oluşumundaki en büyük etkenler sağlıksız beslenme ve egzersiz eksikliğidir. Bu etkenler günümüzde oldukça yaygınlaştığından tahmin edebileceğiniz üzere tip 2 diyabet de günümüzdeki en yaygın hastalıklardan biri olmuştur. Günümüzde, yetişkin insanların %10'u tip 2 diyabet hastalığına sahiptir.
Bu kadar yaygınlaşan hastalığın sebeplerini anlamak ve o yönde tedavi bulmak amacıyla bilim insanları geçtiğimiz yıl 277 sağlıklı ve 75 tip 2 diyabete sahip insan üzerinde bir araştırma gerçekleştirdi. Araştırma sonuçlarına göre tip 2 diyabet hastalarının kanındaki BCAA's değerleri normal insanlara oranla oldukça yüksek.
BCAA's bağırsaklarımızdaki prevotella capri ve bacteroides vulgatus adlı 2 bakteri türü tarafından sentezleniyor. Ve yukarıda da anlattığım gibi bu metabolitin kanda yüksek oranda bulunması tip 2 diyabete sebep oluyor. Şaşırtıcı değil mi ? Bağırsaklarımızdaki 2 bakteri türünün sayılarının artması insülin direncimizi etkiliyor :)
Bilim insanları henüz bakterilerin sayılarını dengeleyecek dolayısıyla insülin direncimizi azaltacak bir ilaç geliştiremedi. Fakat geçtiğimiz günlerde araştırmacılardan Oluf Perdersen araştırma sonuçlarına göre sağlıklı beslenme düzeninin bu iki bakteri türünün sayılarını dengelediğini açıkladı.
Kısacası, ilaca bel bağlamak yerine sağlıklı bir beslenme düzeni oluştursak mesela 1 günlük enerji ihtiyacımızı bir hamburgerle sağlamasak, bir şişesinde 33 tane küp şeker içeren kolaları içmesek, katkı maddeli ürünleri hayatımızdan çıkarıp onlar yerine meyve ve sebzeleri hayatımıza dahil etsek bir sürü hastalığı engellemiş olacağız. Umarım yazı hoşunuza gitmiştir. Hepinize mutlu,sağlıklı,huzurlu günler,Merve :)
30 Eylül 2016 Cuma
Bu Hafta Neler Öğrendim?
Herkese merhabalar :) Yazının adından da anlayabileceğiniz üzere bugünkü yazımda sizlere bu hafta öğrendiğim bana ilginç gelen şeyleri paylaşacağım. Umarım keyifle okursunuz. Eğer siz de öğrendiğiniz yeni şeyleri benimle paylaşmak isterseniz yorum bırakabilir ya da bilgekoalaa@gmail.com adresine mail atabilirsiniz ki paylaşmanız beni gerçekten çok mutlu eder. Hepinize keyifli okumalar :)
1.Herkes gibi ben de bilgisayar ve telefon gibi radyasyon yayan aletleri sıkça kullanmaktayım. Ve kaktüs bitkisinin radyasyonu emdiğini duyduğumdan beri odamda kaktüs bulundururum. Fakat bu hafta öğrendim ki kaktüsün diğer bitkilerden daha fazla radyasyon emdiği aslında bilim dışı bir bilgiymiş. Şöyle ki: her bitki içeriğinde belli bir miktar su bulundurduğundan (ve su da radyasyonu absorbe ettiğinden) belli bir miktar radyasyon emiyor. Zaten kaktüsün daha fazla radyasyon emdiği sanısı da daha çok su içerdiğinden geliyor.Fakat olaya bu açıdan bakarsak kavun ve karpuz en çok radyasyon emiciler olurdu.
2.Bu hafta genler unutmaz adlı epigenetik hakkında en iyilerden olan bir kitabı okumaya başladım. Ve kitabı okudukça beslenme düzenimizin hayatımızı neredeyse genlerimiz kadar etkilediğini öğrendim. Bu konu hakkında gelecek haftalarda zaten uzunca yazacağım. Şimdi ise diyet yapanların yakında tanıdığı yeşil çayın yağ yakımını hızlandırmaktan farklı büyük bir faydasından bahsedeyim. Yeşil çayın bileşenlerin olan epigallokateşin-3-gallat meme kanseri hücrelerinde apoptoz(hücre ölümü) ve hücre büyümesinin yavaşlamasına sebep oluyormuş. Sonuç olarak, oldukça tehlikeli ve yaygın olan kanserden korunmak amaçlı yeşil çayı günlük rutinimizin bir parçası yapmakta oldukça fayda var. Bu konu hakkında son bir hatırlatma daha: günümüzde çoğu insan pratik olmasından dolayı bitki çaylarını hazır çay poşetleri kullanarak hazırlıyor.Bu çay poşetleri plastik ve çeşitli kimyasallar içerdiğinden sıcak suyla fazla teması kanserojen maddelerin oluşumuna sebep olabiliyor. Bu konuda lütfen hassas olalım,çay poşetlerinin sıcak suyla fazla temas etmesine izin vermeyelim :)
3.Öğrendiğim son bilgi kitapseverleri oldukça sevindiricek nitelikte. Yale üniversitesinde 3.635 insan üzerinde yapılan araştırma sonucu günde yarım saat kitap okuyan insanların okumayanlara oranla 2 yıl daha fazla yaşadığı açığa çıktı. Bilim insanları bu ilginç araştırma sonucunun nedenlerini kesin olarak belirleyemese de en büyük nedenlerden birinin okuma alışkanlığının beyin aktivitelerinin korunmasına yardımcı olması olduğunu düşünülüyor. Sonuç olarak, okuyalım okutalım sevgili okurlar.( Benim sizlere bu haftalık kitap tavsiyem stefan zweig-satranç)
Bu hafta öğrendiklerim yaklaşık olarak bu şekildeydi. Umarım keyifle okumuşsunuzdur ve sizlere küçük de olsa bir şeyler katabilmişimdir. Hepinize mutlu,huzurlu,sağlıklı günler,Merve
26 Eylül 2016 Pazartesi
Genetiği Değiştirilmiş İnsanlar!
Herkese merhabalar :) Bugünkü yazımda öncelikle CRISPR adı verilen gen modifikasyonunda çığır açan bir yöntemden kısaca bahsedeceğim(eğer yöntemi bilimsel olarak daha detaylı anlatmamı isterseniz yorum atabilir ya da bilgekoalaa@gmail.com adresine mail atabilirsiniz.Gelecek yazılarımda böylece daha detaylı bahsedebilirim) Daha sonra bu yöntemin ardından tekrar gündeme gelen insanlar üzerinde gen modifikasyonu yapılmalı mı yapılmamalı mı tartışmasından biraz bahsedeceğim. Bu tartışmayla ilgili neler düşünüyorsunuz siz bu konuya hangi yönden bakıyorsunuz gerçekten çok merak ediyorum düşüncelerinizi yine yorum ya da mail olarak bekliyorum. Hepinize keyifli okumalar :)
CRISPR spesifik bakteri türlerinde keşfedilen bir sistem.Bu sistem şöyle çalışıyor:
1)Özel bir genetik kod üzerinde konumlanma
2)Belirlenen DNA’yı kesme
3)Genetik kodu yeniden yazma
Bu sistemi kullanarak bakteriler kendilerini virüslerden korurken bilim insanları bu sistem sayesinde canlıların genetik kodlarını değiştirebiliyor yani bilimsel adıyla genetik modifikasyon yapıyorlar.
CRISPR’ı geçmişte genetik modifikasyon yapmak için kullanılan yöntemlerden ayıran temel özellikleri ucuz ve hızlı olması. Tabii bu kadar verimli çalışan bir sistem keşfedilince bilim dünyasında insanlarda genetik modifikasyon yapmaya başlanmalı mı başlanmamalı mı tartışması tekrar gündeme geldi. Şimdi hep birlikte bu tartışma nasıl ilerledi önce ona bakalım daha sonra da insanlar üzerinde genetik modifikasyon yapmanın avantaj ve dezavantajlarını inceleyelim.
İnsan üzerinde genetik modifikasyon yapmak çoğu ülkede illegal bir olay. Fakat bazı istisnalar da var. Mesela İngiltere’de geçtiğimiz aylarda yapılan bir değişiklikle beraber insan üzerinde genetik modifikasyon yapmak yasal bir hale geldi. Fakat henüz İngiltere’deki bilim insanları tarafından bu konuyla alakalı bir çalışma yayınlanmadı. Benim bildiğim üzere yayınlanan tek çalışma Çin’deki bilim insanları tarafından yapıldı.Bilim dünyasını oldukça şaşırtan bu çalışmada bilim insanları araştırma egzersizi olarak genetiği değiştirilmiş bir insan embriyosu yaptıklarını ve gelişmesi için 1-2 gün izin verdiklerini açıkladı. Bu deney etik midir değil midir kişiden kişiye değişen bir durum fakat bu deneyin çok faydalı sonuçları olduğu da su götürmez bir gerçek.Mesela, bu deneyden sonra anlaşıldı ki her ne kadar CRISPR şu anki teknoloji için bir çığır olsa da insanda genetik modifikasyon yaparken tam verimli çalışmıyor ve embriyo üzerinde mozaikleşmeye sebep oluyor.Yani bilim dünyası insan üzerinde gen modifikasyonu yapmaya şu an için oldukça uzak.
Tartışmanın ilerleyişi hakkında genel bir bilgi edindiğimize göre insan üzerinde genetik modifikasyon yapmanın avantaj ve dezavantajlarına gelelim.En büyük avantajı hepinizin tahmin edebileceği üzere insanlarda görülen hastalıkları yok ederek herkesin sağlıklı bir yaşama sahip olmasını sağlamak.En büyük dezavantajı ise insan üzerinde genetik modifikasyon yapıldığında tam olarak nelerin gerçekleşeceğinin bilinmemesi ve bir kere bile değişiklik yapılsa onu geri döndürmek ve nesillerce aktarılmasını engellemek için bilinen bir yol olmaması.
Bugünkü yazımın da böylece sonuna geldik. Umarım hoşunuza gitmiştir. Hepinize mutlu,huzurlu,sağlıklı günler,Merve :)
20 Eylül 2016 Salı
Hücrelerin enerji kaynağı: Mitokondri
Herkese yeniden merhabalar :) Blog'a uzun süreli bir ara vermiştim. Öncelikle bu ara için hepinizden özür diliyorum. Şimdi büyük bir heyecanla tekrar yazmaya başladım. Her hafta elimden geldiğince sizleri bilim dünyasındaki son gelişmelerden ya da genel olarak biyoloji hakkında bilgilendiren yazılar yazacağım. Umarım hoşunuza gider ve keyifle okursunuz :)
Bu haftaki yazımın konusu vücudumuzun enerji üreticisi ve organellerin bana göre en önemlisi olan mitokondri. Çoğumuzun bildiği ve bize ders kitaplarında anlatıldığı üzere mitokondri glukoz ve oksijeni krebs ve oksidatif fosforilasyon yollarını kullanarak ATP ve karbondioksite çeviren organeldir. Ama aslında mitokondrinin enerji üretmekten başka çok önemli ve çeşitli görevli vardır. İşte bugünkü yazımda ben de bu görevlerden bahsedeceğim. Keyifli okumalar :)
1.Yapılan araştırmalar kanserli hücrelerin %80'inde mitokondri hasarı bulunduğunu gösteriyor. Bu hücreler mitokondrileri hasarlı olduğundan enerji ihtiyaçlarını glikoliz adı verilen yolla karşılar ve yüksek miktarda laktik asit üretirler. Bu yüzden de kanserli hücrelerin olduğu ortam fazla asidik olur ve normal hücreler bu ortamda yaşayamaz.
2.Doğanın en temel kurallarından biri de şudur: Her canlı doğar,büyür ve ölür. Çoğu canlıda ve çok rahat gözlemleyebileceğimiz üzere insanlarda büyüme ve ölme safhalarının arasında yaşlanma adını verdiğimiz bir süreç vardır. Ve insanlık tarihi boyunca yaşlanmanın nasıl gerçekleştiği büyük bir merak konusu olmuştur. Bu konuda henüz tam olarak kanıtlanan bir hipotez olmasa da genel olarak en kabul edilen hipotez ‘mitokondriyel yaşlanma hipotezi’dir.Bu hipoteze göre yaşlanma olayı şöyle gerçekleşir: Enerji üretiminin son safhası olan oksidatif fosforilasyonda (bu olay mitokondride gerçekleşir) oksijen hidrojenle birleşir ve su oluşur. Fakat bu olay sırasında bazen ‘elektrik kaçağı’ olarak tabir edebileceğimiz olaylar olur ve oksijen elektronlarla birleşerek aktif oksijen dediğimiz hücre içindeki moleküllere zarar veren yapılar oluşturur. İşte bu yapılar da yaşlanmanın en büyük nedeni olarak sayılıyor çoğu bilim insanı tarafından.
3.Hücre ölümü her ne kadar kulağa kötü bir olaymış gibi gelse de aslında hayatın devamlılığı için en önemli olan olaylardan biridir. Hücre ölümü için çok çeşitli yollar vardır.Ve bunlardan vücut tarafından en yaygın olarak kullanılanı yani apoptoz mitokondrilerde gerçekleşir.
4.Vücudumuzda bulunan tüm mitokondrilerin orijini annemize dayanır. Çünkü döllenme sırasında spermin mitokondrileri yumurtanın içine girmez. Böylece zigotun tüm mitokondrileri de anneden gelmiş olur.
5.Mitokondriyi diğer organellerden ayıran önemli bir özelliği de kendi DNA’sını içermesidir. Mitokondri toplamda 37 adet gen içerir ve bunlardan 13 tanesi protein kodlar. Geri kalan genler ise mitokondri de görev yapacak RNA’ları kodlar. Ama tabi ki bu RNA’lar ve proteinler mitokondrinin tüm işlevlerini yapması için yeterli değildir. Yani mitokondri de diğer tüm organeller gibi hücre genomu tarafından sentezlenecek ürünlere bağımlıdır.
Mitokondrinin görevleriyle alakalı olarak söylüyeceklerim bu kadar :) Yazıyı sonlandırmadan önce bilim dünyasındaki bir gelişmeden de bahsetmek istiyorum. Bildiğimiz üzere ökaryot hücrelerini prokaryot hücrelerden ayıran temel özellik organellere sahip olmaları. Ve bu zamana kadar bilim insanları tüm ökaryot hücrelerin mitokondrilere sahip olduğunu düşünüyordu. Fakat yapılan son araştırmalar kemirgenlerde hücre içi paraziti olan ve ökaryot olarak bilinen Monocercomonoides canlısında mitokondri ve mitokondriyle alakalı proteinlerin bulunmadığını gösterdi. Ve bu sonuç bilim dünyasını oldukça şaşırttı.
Gördüğümüz üzere bilim dünyasında her geçen gün bildiklerimizi dipten değiştirebilecek gelişmeler oluyor. Sanırım ben de bu dinamizmi seviyorum. Okuduğunuz için çok teşekkür ederim.Hepinize mutlu günler.Sevgiler,Merve.
5 Ağustos 2016 Cuma
Yaz tatilini nasıl değerlendirebiliriz ?
Herkese merhabalar :) Umarım hepinizin keyfi yerindedir ,mutlu huzurlu bir günde bu yazıyı okuyorsunuzdur…Tamı tamına 2 aydır yaz tatilindeyim.Her ne kadar kulağa hoş gelse de bu kadar uzun süre çok bir şeyle uğraşmayınca insan kendine bir meşgale bir hobi arıyor.Bu konuda yalnız olmadığımı düşündüm ve bu yüzden de sizlere yaz tatilinizi verimli geçirebilmeniz adına birkaç öneri yazmaya karar verdim.Umarım hoşunuza gider ve faydalı olur.Ayrıca akıl akıldan üstündür sevgili okur.Sizlerin de önerilerinizi yorum olarak ya da mail olarak bilgekoalaa@gmail.com adresine bekliyorum.Sevgiler :)
1-Kitap okumak
Çok bilindik bir öneri değil mi? Ama maalesef ülkemizde 10.000 kişiden sadece 1 kişi düzenli kitap okumaktadır.Bu yüzden size tavsiyem tatildeyken deniz kenarında,bahçede kitaplarınızı elden bırakmayın.Ailecek oturun televizyon izlemek yerine kitap okuyun değerli okurlar…Tatilde olmayanları da unutmadım tabii ki.İşe gelip giderken yolda geçen değerli vaktinizi değerlendirmeniz için bir önerim olucak:bir yudum kitap.Bir yudum kitap gönüllü bir kuruluş-hiç tanımasam da böyle güzel bir iş yapan güzel insanlara sonsuz teşekkürler öncelikle-.Sitelerine girdiğinizde e-mail adresinizi bırakıyorsunuz.Onlar da her gün size 5 dakikalık okuma metinleri yolluyorlar.Metroda,otobüste okumak için bence çok ideal :)
2-Bilgi dolu kurslar
Bahsetmek istediğim kurslar ücret vererek gidilen kurslar değil.Biliyorsunuz ki çağımız teknoloji çağı.Teknolojinin sağladığı en büyük kolaylıklardan biri de bilginin herkes tarafından ulaşılabilir olması.Bu kolaylığı bizlere sunan iki tane çok güzel site keşfettim:coursera.com ve open2study.com.Bu sitelerde programlama dilinden fiziğe,ekonomiden biyolojiye kadar çok çeşitli dallarda kurslar alabiliyorsunuz.2 site arasında sadece küçük bir fark var: open2study.com’da daha az bilindik üniversiteler tarafından kurslar veriliyor fakat hem ücretsiz hem de kurs sonunda sertifika alabiliyorsunuz.Coursera.com’da MIT,Harvard gibi oldukça bilinen üniversitelerden kurs alabiliyorsunuz fakat eğer kursun sonunda sertifika almak isterseniz belli bir miktarda ücret ödemek zorundasınız.Ben geçtiğimiz günlerde open2study.com’dan human body as a machine adlı bir kurs bitirdim.Fizyolojiyi temel bir şekilde öğrenmek isteyenler için oldukça ideal :)
3-Hayatınıza hareket katın
Sabahları çıkın yürüyüş yapın sevgili okur.Ev içerisinde küçük küçük egzersizler yapın.Kan dolaşımınızı hızlandırın.Enerji ile dolun.Alzheimer’a kansere karşı egzersizle tedbir alın…
4-Blog okuyun
İnsan çok geniş yelpazede bilgi edinmeli bence.Bunu yapabilmenin bir yolu da bloglarda gezinmek sevgili okurlar.Akıl akıldan üstün herkesin birbirinden öğreneceği çok şey var.Bu yüzden ben kişisel blog adreslerini hiç tanımadığım insanlardan çok güzel bilgiler edinmek amacıyla kullanıyorum.Aşağıya da en sevdiğim blogların linklerine koyuyorum belki bakmak isterseniz :) Sizin sevdiğiniz blogların adreslerini de yorum ya da mail olarak bekliyorum.
http://www.bolkafein.com/
http://www.kadirdurukan.com/
http://www.kelimelerbenim.com/
http://www.armanayse.com/
31 Temmuz 2016 Pazar
Aziz Sancar ve Nobel'in Öyküsü-2
Herkese merhabalar ve mutlu pazarlar :) Ülkece gerçekten zor günler geçiriyoruz.- öncelikle mutlu ve huzurlu günlerimizin en yakın zamanda gelmesini temenni ediyorum-Bu yüzden bu zor günlerde bir umut ışığı olması amacıyla Aziz Sancar ve Nobel’in hikayesi adlı bir seri yazmaya karar vermiştim ve serinin ilk yazısını geçtiğimiz hafta yayınlamıştım-Okumak isteyenler için linki yazının altına ekleyeceğim-.Bugünkü yazım ise serinin ikinci yazısı olucak.Bugünkü yazımda öncelikle Aziz Sancar’ın 40 yıl üzerinde çalıştığı ve hakkındaki çoğu şeyi aydınlattığı fotoliyaz enziminin nasıl keşfedildiğinden, daha sonra da enzimin genel özelliklerinden bahsedeceğim.Umarım ilginizi çeker ve faydalı olur.Hepinize keyifli okumalar :)
Fotoliyaz enzimi nasıl keşfedildi?
Enzimin keşfi bence oldukça sıradışı ve ilgi çekici.Bir grup bilim insanı bakteriler üzerinde deney yaparken bakterileri önce UV ışığına maruz bırakıyor.Uv ışığının mutasyona sebep olma etkisi olduğundan dolayı hayati genler mutasyona uğruyor bunun sonucunda da hayati proteinler üretilemiyor.Bu da bakterilerin ölümüne sebep oluyor.Buraya kadarki sonuçlar bilim insanlarının öngördüğü sonuçlar.Fakat daha sonra ölen bakteriler mavi ışığa maruz bırakıldığında ölen bakterilerin canlandığı görülüyor.İşte çıkan bu ilginç sonuç fotoliyaz enziminin keşfine sebep oluyor.
Fotoliyaz enzimi hangi canlılarda bulunur?
Fotoliyaz enzimi bakteriler,yılan,kanguru,balık ve bitkiler gibi çok çeşitli canlı gruplarında bulunur.Fakat yüksek memeli hayvanlarda ve insanlarda bulunmaz.Bu durum oldukça ilgi çekici değil mi ? Fotoliyaz gibi ölen bakterilerin canlanmasını sağlayabilecek kadar faydalı bir enzim bakteri gibi basit bir canlıda bulunur da nasıl insan da bulunmaz? Bu konu Aziz Sancar’ın da oldukça ilgisini çekmiştir ve fotoliyaz enzimiyle alakalı çalışmalarını tamamladıktan sonra bu konuyu da aydınlatmıştır.Aydınlatılan bu konuyu da gelecek yazılarımda ele alacağım :)
Fotoliyaz enziminin görevi nedir ?
Fotoliyaz enzimi ışık enerjisini kullanarak güneş ışığından kaynaklı bir mutasyon olan timin dimerini düzeltir.Şimdi tam bu noktada fotoliyaz enziminin keşfine sebep olan çalışmayı inceleyelim.Deneyin ilk aşamasında bakteriler Uv ışığına maruz bırakılmıştı bunun sonucunda UV ışığı timin dimerleri oluşmasına yani dolaylı olarak bakterilerin ölümüne sebep olmuştu.Deneyin ikinci kısmında ölen bakteriler mavi ışığa maruz bırakılmıştı ve bakteriler canlanmıştı.Dönemin bilim insanları ilk önce bu olayı mucize olarak değerlendirse de aslında olan şey fotoliyaz enziminin mavi ışığı kullanarak dimin dimerlerini düzeltmesidir.
Fotoliyaz enzimi nasıl çalışır ?
Fotoliyazdaki iki kofaktör(kromofor=pigment) vardır :Flavin( B2 vitamini) ve Folik asit(B9 vitamini).Folik asit mavi ışık algılamada daha hassastır.Folik asit mavi ışığı algılar ve enerjiyi flavine gönderir.Flavin de timin dimerine elektron enjekte ederek iki anormal karbon-karbon bağını koparır ve normal iki timine çevirir.Ve bu işlem sadece 1,2 nano saniyede yapılır.
Fotoliyaz enzimi DNA’daki hasarlı noktaları nasıl tespit eder?
Hasarın olduğu yerde DNA’nın şekli değişiyor,düz yolda giderken ani bir çıkıntıya rastlamış bir araba gibi düşünün.Bu çıkıntıya gelince fotoliyaz duruyor ve hasarı tamir ediyor.
Fotoliyaz enzimini kısaca anlatmaya çalıştım.Umarım keyif almışsınızdır.Serinin 3.yazısını gelecek hafta yayınlamaya çalışacağım.Gelecek yazıda maxicell adı verilen Aziz Sancar’ın fotoliyaz enzimini çalışırken keşfettiği ve günümüzde çok sık kullanılan bir yöntemden bahsedeceğim.Yorumlarınızı merakla bekliyorum.Detaylı sorularınızı ya da önerilerinizi bilgekoalaa@gmail.com adresine de mail atabilirsiniz.Okuduğunuz için çok teşekkür ederim.Mutlu,huzurlu,sağlıklı günler :)
Dipnot:Serinin ilk yazısının linki: https://bilgekoala.blogspot.com.tr/2016/07/aziz-sancar-ve-nobel-oykusu.html
25 Temmuz 2016 Pazartesi
Kanserin tedavisi mümkün mü?
Herkese merhabalar :) Blogumu açtığım zamandan beri ilk defa bu kadar çok ara verdim çünkü yazabilmek için içime sinen bir konu bulamadım-merak edenler için ayrıca belirtmek isterim ki Aziz Sancar ve Nobelin Hikayesi adlı serinin ikinci yazısını bu hafta içinde yayınlayacağım-.Yazı yazabileceğim bir konu bulmak umuduyla internette dolaşırken Barack Obama’nın yüksek bir yatırım yaparak kanser tedavisini bulmayı amaçlayan çalışmaları desteklediğini anlatan bir yazıya rastgeldim. Bu yazı bende 2 duygunun oluşmasına sebep oldu.Öncelikle bir başkanın günümüz için büyük önem arz eden çalışmalara maddi destek olarak onların işini bir nebze de olsa kolaylaştırması beni çok mutlu etti.Mutluluktan ayrıca bende oluşan ikinci duygu da meraktı.Çünkü kanser tedavisi bulma yolunda neredeyiz,karanlık tünelin ucundaki ışığı görüyor muyuz yoksa daha uzun yıllar karanlık içerisinde mi ilerleyeceğiz gerçekten merak ediyordum.Bu sebepten biraz araştırma yaptım ve şimdi burdayım sizle de öğrendiklerimi paylaşmaya hazırım.Umarım ilginizi çeker.Hepinize keyifli okumalar :)
İlk olarak Obama’nın yaptıklarından bahsedeyim.Barack Obama son State of Union’ında kanser tedavisi için bilim insanlarıyla birlikte 10 yıllık 264 milyon dolarlık çok geniş kapsamlı bir plan yaptı.Ve başkan yardımcısı Joe Biden’e projeyi kontrol etme sorumluluğunu verdi.
Şimdi gelelim esas soruya kanser tedavisinin keşfi mümkün mü ?
Texas Üniversitesinden James Allison şöyle ifade ediyor:Tedaviyi bulmak çok uzakta ama bazı kanser türleri için umut ışığı var.Ayrıca Allison başka bir röportajında da şöyle ifade etmiş:Umarım insanlar kanser tedavisinin hemen köşeyi döner dönmez karşımıza çıkacağını düşünmüyordur ancak optimistik yaklaşmak için bir hayli sebep olduğunu düşünüyorum.
Peki neden kanser tedavisini bulmak biz insanları bu kadar zorluyor ?
Eminim ki kanser sürecinde tedavi edildi yerine küçüldü ya da geriledi gibi kelimelerin kullanılması çoğumuzun dikkatini çekiyor.Bunun sebebi kanserin sürekli bir tekrar etme riskine sahip olması.Ayrıca geçmiş zamana göre DNA onarım mekanizmaları, hücre döngüsü,kanserin oluşması sebepleri hakkında çok çok fazla bilgiye sebep olmamıza rağmen henüz aydınlatılmayı bekleyen bir sürü konu var.Bunlar da kanser tedavisini bulmakta bilim insanlarını zorlayan konulardan.
Yukarıda bahsettiğim gibi Allison her ne kadar kanser tedavisi bulmaya uzak olsak da bazı kanser türleri için umut ışığı olduğunu söylemiş.Peki kanser türleri arasındaki nasıl bir farklılık bazı türler için tedaviyi kolaylaştırıyor?
Daha önceki bir yazımda detaylıca bahsettiğim gibi-linki yazının sonuna koyacağım merak edenler bakabilir :)- kanser tedavisinde artık kemoterapinin yerine immünoterapi yönteminin kullanılması tercih ediliyor.İmmünoterapi yöntemi kısaca kanserin bağışıklık sistemi tarafından yok edilmesini amaçlıyor.
Melanoma ve akciğer kanseri gibi kanser çeşitleri diğerlerine kıyasla daha çok mutasyonla oluştuklarından hücre yüzeylerindeki antijenlerinde daha fazla farklılık oluyor.Bu farklılık bağışıklık sistemi hücrelerinden T lenfositlerin onları daha kolay tanımasını ve öldürmesini sağlıyor.Fakat pankreas ve prostat kanserleri mesela bağışıklık sistemi tarafından daha zor fark ediliyor bu da tedaviyi zorlaştırıyor.
Tedavisi bu kadar zor olan kanseri önlemek için yapılabilecek bir şeyler var mı?
Yetkililer tarafından yapılan açıklamaya göre 1991-2012 yılları arasında tam 1.7 milyon kanser hastasının ölümü tedbirle (göğüs ve kolon kanseri taramaları,sigara azaltımı) önlenmiş.
Kanser günümüzde maalesef gittikçe yaygınlaşan bir hastalık güzel okurlar.Kendi alabileceğimiz tedbirlerle en azından yakalanma riskini azaltmak mümkün.Bunun için öncelikle yediklerimize dikkat etmemiz gerekiyor çünkü yetiştirilen sebze meyvelerde kullanılan kimyevi ilaçlar,paket yiyecekler bozulmasın diye kullanılan koruyucuların çoğu maalesef kanserojen etkiye sahip.Ve tabii ki türlü türlü zararlarından biri de kansere yakalanma riskini arttırma olan sigaradan da mutlaka uzak durmak gerekiyor.Hepimize mutlu,huzurlu,sağlıklı günler :) Okuduğunuz için çok teşekkür ederim.
Dipnot1:Yukarıda bahsettiğim immünoterapiyle alakalı yazı linki :
Dipnot2:Öncelikle söylemeliyim ki birazdan söyleyeceklerimin hiçbiri reklam amaçlı değildir.Sadece kendimin hormonsuz ve doğal meyve ve sebze almak da gerçekten güvendiğim ve işletmelerinin güvenilirliğini kendi gözlerimle de test ettiğim bir internet sitesini sizle de paylaşmak istedim.Link’i bırakıyorum isteyenler bakabilir :) http://www.hasanbey.com/
21 Temmuz 2016 Perşembe
Aziz Sancar ve Nobel Öyküsü
Herkese merhabalar :) Benim hayattaki en büyük rahatsızlıklarımdan biri: Bilimle alakalı bir kitap ya da makale okurken Türk bilim insanlarının isimleriyle karşılaşmamam.Bundan ırkçı olduğum kanaatine varılmasını istemem aksine hayatta en çok karşı çıktığım şeylerden biri ırkçılıktır.Hiçbir insan ırkından dolayı başka bir insana üstün olamaz.Fakat kitaplarda ya da büyük buluşlarda Türk bilim insanlarının adlarıyla karşılaşmak benim gibi daha bu yolun çok başında olan bireylere büyük bir umut timsali olmaktadır.İşte tam bu sebepten ötürü Aziz Sancar’ın 2015 yılında Nobel Ödülünü alması beni çok mutlu etti.Burdan -her ne kadar %99 ihtimal okumayacak olsa da- Aziz Sancar’a büyük buluşlarından ayrıca bize de bir örnek ve umut olduğu için çok teşekkür ediyorum.
Aziz Sancar’a ülkemizde gösterilen ilgi de beni ayrıca mutlu etti.Fakat Aziz Sancar ve nobeli konusunda beni üzen 2 tane nokta var.Birincisi, Aziz Sancar’ın onu Nobel’e götüren araştırmalarını Amerika’da yapmış olması.Bu konuda kesinlikle Aziz Sancar’ı suçlamıyorum çünkü ülkemizde doktora ya da doktora sonrası çalışmalara -maalesef- ne kadar az fon yatırıldığını biliyor ve bu konunun en yakın zamanda daha iyi hale gelmesini ve ülkemizde de bu sayede çok güzel çalışmalar yapılmasını umuyorum.İkinci nokta ise, ülkemizdeki çoğu insan Aziz Sancar’ı tanırken onun çalışmalarını bilen çok az insanın olması.Bu yüzden bu yazı dizisinde (yazı dizisi diyorum çünkü Aziz Sancar’ın o kadar çok araştırması ve büyük buluşu var ki bunları bir yazıya sığdırmak imkansız) Aziz Sancar’ı adım adım Nobel’e götüren araştırmalarından ve buluşmalarından bahsedeceğim.Bu uzun girişle sizleri sıktıysam affınıza sığınıyorum ve hepinize keyifli okumalar diliyorum.
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum ki Aziz Sancar birçok araştırma ve büyük buluş yaptı demiştim ya bu araştırmaların büyük bir ortak noktası var: hepsi DNA onarım mekanizmasıyla ilişkili.Şimdi öncelikle DNA nasıl hasara uğruyor ona bakalım.
DNA hasarı bilimsel adıyla mutasyon nasıl oluşur?
DNA bizim genetik materyalimizdir ve transkripsiyon (DNA’dan mRNA yani mesajcı RNA oluşması olayı) ve translasyon (mRNA’dan protein oluşması olayı) olaylarıyla proteinler oluşturur.Bu şekilde hücreyi ve dolaylı yoldan organizmayı yönetir.Bu yüzden DNA’nın hasar almamış şekilde gelecek hücrelere ve yavrulara aktarılması çok önemlidir.Fakat günlük hayat içerisinde çeşitli etkenler (sigara,yiyeceklerin içerisindeki kanserojen maddeler,hücre içerisindeki metabolizma sonucu oluşan bazı bileşikler) DNA’yı oluşturan bazların ki bunlar 4 çeşittir (adenin,guanin,timin ve sitozin) kimyasal yapılarını değiştirerek mutasyonlara sebep olurlar.Bu konu hakkında son olarak ileride anlatacaklarımı daha iyi anlamanız için şunu da eklemek istiyorum: Güneş ışınlarıyla Dünya’mıza ulaşan UV ışınları da DNA’mızda hasar yapar ve timin dimerleri dediğimiz 2 adet timin bazının bağ yapmış şekli diye tarif edebileceğim bir yapıyı oluştururlar.
DNA onarım mekanizmalarını aydınlatmak neden Aziz Sancar’ı Nobel’e götürecek kadar önemlidir?
DNA hasar gördükten sonra eğer onarılmazsa hücrelerin gereğinden fazla bölünmesi diye tarif edebileceğimiz kanser hastalığına, hücrenin ölümüne ya da zararlı metaboliklerin üretilmesine sebep olabilir.Aziz Sancar gibi bilim insanlarının DNA onarım mekanizmalarını(çoğul eki kullandım çünkü DNA’yı onarmak için kullanılan birden fazla mekanizma var ve diğer iki önemli mekanizmayı keşfeden bilim insanları 2015 Nobel Kimya Ödülünü Aziz Sancar ile paylaştılar.) keşfetmesi kanser hastalığının tedavisini bulmak için gerçekten büyük önem arz ediyor.
Bugünkü yazım böylece sona erdi.Bu serinin gelecek yazısında UV ışınları altında ölen bakterilerin mavi ışığın altında canlanmasıyla bulunan bir enzimden ‘fotoliyaz’ yada bilim dünyasındaki adıyla ‘Sancar enziminden’ bahsedeceğim.Okuduğunuz için çok teşekkürler…Hepinize mutlu huzurlu günler…
Dipnot:Bu konu ile ilgili benim genel bilgi edinmek için kullandığım kaynak Orhan Bursalının Aziz Sancar Ve Nobel’in Öyküsü adlı kitabı.Kitap gerçekten çok akıcı bir roman ama aynı zamanda da çalışmalar hakkında çok bilgilendirici hepinize tavsiye ederim
19 Temmuz 2016 Salı
Çılgın bir operasyon : Yüz Nakli
Herkese merhabalar :) Umut hayattaki en güzel şeylerden biri bence sevgili okurlar.Tam olarak bu sebepten ötürü bugünkü yazımda sizlere umut dolu bir yaşam öyküsünden bir başkasının evini kurtarmak isterken kendi hayatı bir an içinde mahvolan ama buna rağmen asla hayattan vazgeçmeyen ve hepimize örnek teşkil eden bir insandan Patrick Hardison’dan bahsedeceğim.Geçtiğimiz günlerde Popular Science dergisini okurken karşılaştığım Patrick beni çok etkiledi ve daha detaylı araştırarak sizlere onun hikayesini anlatmaya karar verdim.Umarım hoşunuza gider.Hepinize keyifli okumalar :)
5 eylül 2001’de Mississippi’de bir karavanda yangın çıkıyor ve itfaiye ekipleri müdahale için hemen olay yerine intikal ediyor.Bugünkü yazımın kahramanı Patrick de bu ekibin parçası. Fakat Patrick’i diğer ekipten ayıran bir özellik var: karavanın çatısı düştüğünde karavanda bulunan tek kişi o.Ve bu talihsiz olay sonucu Patrick’in oksijen maskesi eriyip yüzüne yapışıyor ve yüzü -maalesef- kül oluyor.
Bu talihsiz olay sonrasında Patrick tamı tamına 71 ameliyat geçiriyor fakat yüzü hala insan içine çıkamayacağı bir halde kalıyor.İşte tam bu noktada Patrick’in hayatının dönüm noktası diyebileceğimiz bir olay gerçekleşiyor: Dr.Eduardo Rodrigez ona yüz nakli yapmayı teklif ediyor.2015 yılında uygun bir bağışçı bulunuyor (Brooklyn’li bir bisiklet tamircisi olan David Rodenbaugh) ve Patrick ameliyat oluyor.
Ameliyat sonrası Patrick vücudunun organ bağışını reddetmemesi için sabah 8 ve akşam 8’de 15 tane hap içiyor.Hepimize göre bu durum tam bir işkence gibi gözüküyor değil mi ama bir de Patrick’in bu zorluklara rağmen neler hissettiğine bakalım:Ameliyatın hemen ardından insanlar yüzüme bakmayı bıraktılar.Hastaneden taburcu olduğum gün Macy’s mağazasına gidip biraz alışveriş yaptım ve hiç kimsenin bana gözünü dikip bakmadığını fark ettim.Yüzüm şiş de olsa, altı üstü çene ameliyatı geçirdiğimi sanıyorlardı.Bu gerçekten harika bir duyguydu.
Bu ameliyat Patrick’e sadece insan içine çıkma fırsatı değil ayrıca düzgün bir görüş alanı da sağladı.Çünkü Patrick ameliyattan önce dünyaya sadece iki küçük delik diye tarif edebileceğimiz bir yerden bakıyordu.Şimdi ise akıllı telefonu bile rahatça kullanabiliyor.Ayrıca şimdiki hayatına daha detaylıca bakarsak şunu görüyoruz:Patrick sanılanın aksine evinde münzevi bir hayat geçirmek yerine hayatını doyasıya yaşamayı seçti.
Bugünkü yazımın da sonuna geldik.Umarım keyif almışsınızdır.Patrick’in hayatıyla ya da ameliyatla ilgili detayları merak edenler bilgekoalaa@gmail.com ‘a mail atabilir cevaplamaktan mutluluk duyarım.Hepinize mutlu huzurlu günler:)
17 Temmuz 2016 Pazar
Uyumadan önce yapılmaması gereken 3 şey
Herkese merhabalar.Maalesef ülke olarak çok zor günler geçiriyoruz.Bu yüzden yazıma başlarken öncelikle güzel günlerin gelmesini temenni ediyor ve artık kötü olaylar yüzünden değil de bir bilim insanımızın nobel almasıyla heyecanlanacağımız günlerin gelmesini umutla bekliyorum.Özellikle son günlerle yaşadığımız stresle birlikte zaten çok yaygın olan uykusuzluk problemi giderek artmaya başladı.Bu sebepten ötürü bugünkü yazımda yaptığımız zaman uykularımızı kaçıran ve bizi rahat bir uykudan alıkoyan 3 alışkanlıktan bahsedeceğim.Sağlıklı bir yaşam için kaliteli uyku olmazsa olmazlardan olduğu için bu 3 alışkanlığı yapıyorsanız derhal terk etmenizi tavsiye ediyorum.Umarım hepinize faydalı bir yazı olmuştur.Keyifli okumalar...
1.Yataktayken telefon/tablet kullanmak
Teknoloji çağına girdiğimiz günden beri telefonlarımız hepimizin vazgeçilmez bir parçası oldu.Artık neredeyse her insan sosyal medyada vakit geçirmeden uyumuyor.Fakat uzmanlar tarafından yapılan araştırma sonuçları teknolojik aletlerin yaydıkları ışıkların vücudumuzda melatonin hormonunun salınımını engellediğini başka bir deyişle kaliteli bir uykuyu önlediğini söylüyor.
15 Temmuz 2016 Cuma
Kansere yeni çözüm:Kanser aşısı
Herkese merhabalar :)Bugünkü yazımda öncelikle kısa bir şekilde günümüzde en yaygın hastalık olan kanser hastalığından ve ardından da Alman bilim insanları tarafından yeni keşfedilen ve insanlık için büyük bir umut olan bir yöntemden bahsedeceğim.Umarım ilginizi çeker.Hepinize keyifli okumalar :)
Kanser nedir?
Kanser, hücrelerde DNA’nın hasarı sonucu hücrelerin kontrolsüz veya anormal bir şekilde büyümesi ve çoğalmasıdır. Günde vücudumuzda (DNA'da) yaklaşık 10.000 mutasyon olmasına rağmen immün sistemimiz her milisaniye vücudumuzu tarar ve kanserli hücreleri yok eder.Sağlıklı vücut hücreleri bölünebilme yeteneğine sahiptirler. Ölen hücrelerin yenilenmesi ve yaralanan dokuların onarılması amacıyla bu yeteneklerini kullanırlar. Fakat bu yetenekleri de sınırlıdır. Sonsuz bölünemezler. Her hücrenin hayatı boyunca belli bir bölünebilme sayısı vardır. Sağlıklı bir hücre ne zaman ve nerede bölünebileceğini bilme yeteneğine sahiptir
Buna karşın kanser hücreleri, bu bilinci kaybeder, kontrolsüz bölünmeye başlar ve çoğalırlar. Kanser hücreleri toplanarak urları (tümörleri) oluştururlar, tümörler normal dokuları sıkıştırabilirler, içine sızabilirler ya da tahrip edebilirler.
![]() |
| T hücrelerinin kanserli hücrelerle savaş anı |
Son yıllarda kanser için kullanılan tedavi yöntemi bildiğimiz üzere kemoterapi.Fakat kemoterapi hem hastalığı iyileştirmede yüksek oranlarda başarılı olamıyor hem de ciddi yan etkilere sahip.Bu sebeplerden dolayı bilim insanları son yıllarda immünoterapi denilen ve kanseri kemoterapi yöntemini kullanmaksızın bağışıklık sistemini güçlendirerek yenmeyi planlayan tedavi üzerinden çalışıyorlar.
Yapılan çalışmalar geçtiğimiz günlerde Almanya’da meyvesini verdi.Bilim insanları Truva Atını verdikleri kanser aşısını ürettiklerini tüm dünyaya duyurdu.Truva atı kanser hücrelerine ait RNA’ları içeren bir nanoparçacık.Truva Atı virüs kılığında kanserli hücrelere giriyor ve bu enfeksiyon kanserle savaşan T hücrelerini harekete geçiriyor.Yöntem henüz daha çok yeni fakat üzerinde uygulanan 3 kişide de olumlu yanıt verdi.
Bugünkü yazım da böylece sona erdi.Okuduğunuz için hepinize çok teşekkürler.Herkese huzurlu mutlu günler :)
Kaynakça: https://tr.wikipedia.org/wiki/Kanser / popular science dergisi
13 Temmuz 2016 Çarşamba
Dünya Üzerindeki Son Gelişmeler :)
Herkese merhabalar :) Bugünkü yazımda sizlere biz Türkiye’de terör olayları,başkanlık sistemi ve maalesef gün geçtikçe artan şehitlerimizi konuşurken(hepsine Allah’tan rahmet ve geride kalanlarına sabır diliyorum) Dünyanın çeşitli yerlerinden yapılan buluşlardan, geliştirilen tedavilerden bahsedeceğim.Umarım ilginizi çeker.Hepinize keyifli okumalar :)
Bakteriye veri yazmak:
Harvard Üniversitesidenki bilim insanları CRISPR olarak adlandıralan genom düzenleme tekniğini kullanarak bakteri hücrelerine veri yazmayı başardı.Araştırmacılardan Seth Shipman ve Jeff Nivala şöyle ifade etti :Bunu nasıl hesaplayacağınıza bağlı olarak değişir ama 30 ila 100 bayt arasında bir bilgi yükledik.Canlı hücrelere kod yazma işlemi başta çok basit gözükse de aslında çok önemli bir gelişme.Çünkü bu yöntem kullanılarak bakteriler zararlı organizmaları öldürmeye veya insan hormonlarını salgılamaya kodlanabilir.
Plüton’un kalbi atıyor:
Geçtiğimiz yıl Yeni Ufuklar(New Horizons) olarak adlandırılan uzay aracı sayesinde Plüton’u daha yakından tanıma şansı yakaladık.Bu sayede Plüton hakkında sayısız keşifler yapıldı.Şüphesiz bu keşiflerden en dikkat çekici olanı gezegenin üzerindeki kalp şeklindeki oluşum.Geçtiğimiz günlerde Washington ve Purdue Üniversitelerindeki bilim insanları bu oluşumla ilgili yaptıkları araştırmanın sonuçlarını yayınladı.Sonuçlara göre gezegende gerçekleşen yükselme ve donma olayları sayesinde kalp şeklindeki oluşum yani bilimsel adıyla Sputnik Düzlemi üzerindeki buzlar sürekli olarak yenileniyor başka bir deyişle Plüton’un kalbi gerçekten atıyor.
Bugünkü yazım da böylece sona erdi fakat bitirmeden önce sizlere geçen gün duyduğumda çok şaşırdığım bir bilgiden bahsetmek istiyorum.Küçüklüğümden beri bulutları çok sever ve yapılarını çok merak ederim fakat daha önce bulutlarda yaşam olabileceği hiç aklıma gelmemişti.Gerçekte ise 2 milyon ton bakteri ve 55 milyon ton mantar sporu ve alg bulutlar üzerinde yaşıyormuş.Hatta bu canlılar su buharının yoğunlaşıp yağmur olmasına büyük bir katkı yapıyormuş.İlginç değil mi?
Dipnot:Herkese mutlu huzurlu günler :)
12 Temmuz 2016 Salı
Kök hücreyle gelen mucize
Herkese merhabalar :)Bugünkü yazımda tıp dünyasında büyük bir çığır açacak bir tedaviden bahsedeceğim.Tıp dünyasındaki buluşlarla birlikte bunun gibi tedavilerin çoğalması ümit ediliyor.Umarım ümitler gerçek olur.Hepinize keyifli okumalar :)
Felç dediğimiz rahatsızlık beyni besleyen kan damarlarında pıhtı sebebinden akışın durmasıyla gerçekleşir ve motor hareket dediğimiz yürüme,koşma kısacası hareket etme ve konuşma gibi kabiliyetlerin kaybına neden olur.Bu hastalığın en büyük nedeni -%50’lik bir kesimin felçli olma nedeni- yüksek tansiyondur.Ayrıca şeker hastalığı, yüksek kolesterol, kan basıncını yükselten ani sıcaklık değişiklikleri, sigara kullanımı, aşırı yorgunluk, uzun süre güneşte kalma ve fazla yemek yeme bu hastalığın diğer sebeplerinden.
Hepimizin bildiği ve yukarıda da bahsettiğim gibi felç gerçekten insanları zor durumda bırakan ve henüz tedavisi -maalesef- bulunamamış bir hastalık.Fakat geçtiğimiz günlerde ABD Stanford Üniversitesinde bilim insanları ve doktorlar buldukları umut vaat edici bir tedaviyi açıkladılar.Gelin hep birlikte bu tedavinin detaylarını inceleyelim.
Stanford Üniversitesinde geliştirilen yöntem, Amerikan Sanbio biyoteknoloji firması tarafından 18 hasta üzerinde uygulandı ve araştırma sonucunda felçli insanların iyileşip yürüdüğü hatta konuşabildiği gözlemlendi.Araştırmacılardan Gary Steinberg şöyle ifade etti : İlk denemeyi, sadece sol el baş parmağını oynatabilen 71 yaşındaki bir kadın hasta üzerinde gerçekleştirdik.Şu anda yürüyebiliyor.Dahası, kollarını yukarı doğru kaldırmayı da başardı.Bu kadar mucizevi bir tedavinin sadece lokal anestezi ve hastanede 1 gece konaklama gerektirdiğini de söylemeden geçemeyeceğim.
Mucizevi tedavinin detaylarına geçelim şimdi de.Felçli hastaların iyileşmesi için beyinlerinin motor hareket kontrol merkezlerine kök hücreler enjekte ediliyor ve daha sonra iyileşme süreci başlıyor.Tabii ki şimdi akıllarımıza kök hücre nasıl olur da böylesine hasarlı bir beyini yenileyebilir sorusu geliyor.Araştırmacılar bunu kendilerinin bile bilmediğini tek bildiklerinin beynin kendini onarabilme kapasitesini hafife aldığımızı söylüyorlar.
Bugünkü yazımın da sonuna geldik.Bugünkü yazıda biyoloji bilimin dinamikliğini tekrardan görmüş olduk.Bu çalışmadan önce beynin hasar gören kısımlarının ölmüş olduğu düşünülüyordu fakat şimdi onların onarılmayı beklediğini görüyoruz.Umarım bu tedavi bir çığır açar ve tüm felçli hastalar şifa bulur.Hepinize mutlu huzurlu günler :)
11 Temmuz 2016 Pazartesi
Son zamanların en ilginç bakteri grubu:Elektron Yiyiciler
Herkese merhabalar :)Bugünkü yazımda sizlere yeni keşfedilen ve şu an için pek çok gizem barındıran, her duyanı şaşkına çeviren bir bakteri grubundan bahsedeceğim.Umarım ilginizi çeker.Keyifli okumalar :)
Bildiğimiz üzere bakteri alemi çok çeşitlilik içeren bir alem.Şekilleri,büyüklükleri,hastalık yapıp yapmamaları veya bugünkü yazımda bahsedeceğim gibi beslenme şekillerine göre çeşitli gruplara ayrılırlar.
Her canlı gibi bakteriler de solunum yapmak,enerji ihtiyaçlarını karşılamak,gerekli proteinleri sentezlemek gibi çeşitli amaçlar için beslenmek zorundadır.Fakat beslenme yolları bakteri türleri arasında farklılık gösterir.Kimi heterotroftur yani başka canlıları ya da onların ürettiklerini tüketerek beslenirler.Kimisi ise ototroftur yani fotosentez ya da kemosentez yaparak ihtiyaç duyduğu besini üretir.Bugün bahsedeceğim bakteriler ise enerjilerini elektron yiyerek karşılıyor.Şaşırtıcı değil mi? Şimdi gelin elektron yiyicilerin gizli dünyalarına doğru keşfe çıkalım.
Şimdi gelelim araştırmanın sonuçlarına.Araştırmanın sonuçlarına göre bu bakteriler mineral veya metalleri sindiriyor ve bunun sonuncunda da ya elektron tüketiyor ya da soluyorlar.Ayrıca, elektron yiyici bakterilerin elektrondan enerji elde ettiği 2 yol tanımlandı.
Bir grup bakteriler elektronları hücre zarından direkt alıp öyle kullanıyorlar(Resimdeki mor bakteri yani direct uptake).Bazı bakteri grupları ise hücre dışına enzim salgılayıp sudan elde ettiği protonu elektronla birleştirip,oluşan hidrojeni tüketiyor(resimdeki mavi mi yeşil mi karar veremediğim bakteriler indirect uptake)
Bugünlük yazımın sonuna geldik.Umarım ilginizi çekmiştir ve keyif almışsınızdır.Mutlu huzurlu günler :)
9 Temmuz 2016 Cumartesi
Unutkanlık hastalığı:Alzheimer
Herkese merhabalar :) Bugünkü yazımda öncelikle -maalesef- görülme sıklığı gittikçe artan ve artık yaşlıların korkulu rüyası haline gelen alzheimer hastalığından bahsedeceğim. Daha sonra ise bilim insanları tarafından yakın zamanda bulunan ve alzheimer ‘a çözüm olması beklenen bir bileşikten söz edeceğim.Hepinize keyifli okumalar :)
Alzheimer’ın sebepleri nelerdir ?
Alzheimer’ın sebepleri günümüzde kesin olarak bilinmemektedir.Fakat yapılan araştırmalar sadece alzheimer’lı hastalarda bulunan amiloid plaklarının yüksek ihtimal bu hastalığın sebebi olduğunu göstermektedir.
Amiloid plakları nedir,nelerden oluşur?
Amiloid plakları anormal yapılardır ve bu zamana kadar yalnızca alzheimer’lı hastalarda rastlanmıştır. Bu plaklar amiloid beta adı verilen yaklaşık 36-43 aminoasitten oluşan proteinlerden oluşurlar.
Amiloid beta proteini nasıl alzheimer’a sebep olabilir ?
Hepimizin bildiği üzere beyin bizim için hala büyük bir sır.Beynimizin nasıl işlediği,bilgileri nasıl depo ettiği ya da beyinle alakalı olduğu düşünülen hastalıkların(bu kategoriye tabii ki alzheimer da dahil) nasıl oluştuğu bilim insanları tarafından yüzyıllar boyunca merak edilmiş araştırılmış fakat henüz tam olarak aydınlatılamamıştır.
Alzheimer hakkında yakın zamanlarda yapılan tüm çalışmalar nihayetinde şu sonuca ulaşılmıştır:Anormal proteinler olan amiloid betalar hücresel inflamasyon ve hücre ölümlerine sebep oluyor.Bu olaylar sonucunda da ‘unutma hastalığı’ olarak bilinen alzheimer ortaya çıkıyor.
![]() |
| kenevir bitkisi |
Alzheimer’la alakalı kısa bir bilgilendirmeden sonra şimdi yapılan yeni bir çalışmadan bahsedeceğim.Bahsedeceğim çalışma Salt enstitüsünde yapay nöronlar kullanılarak yapılmış.
Bu çalışmanın sonucu nedir?
Çalışmanın özet halindeki sonucunu araştırmacı Prof.David Schubert şöyle açıklıyor: Daha önceki araştırmalar kenevirin nöronları Alzheimer’a karşı koruduğunu göstermişti.Bizim çalışmamız ise kenevirin nöronlarda hem inflamasyon hem amiloid beta birikimini önlediğini ilk kez gösterdi.
Kenevirdeki hangi madde ya da maddeler amiloid beta birikimini azaltıyor?
Araştırmanın sonuçlarına göre kenevirdeki tetrahidrokannabinol bileşiği hücreden amiloid beta atılımını sağlıyor.
Yazımın son cümlelerinde küçük bir şeyden daha bahsetmek istiyorum.Alzheimer hepimizin başına gelebilecek maalesef şu an için tam çözümü bulunamayan bir hastalık.Bu yüzden elimizden geldiğince önlemler almalıyız.Ve şu ana kadar etkisi ispatlanan önlemlerden biri fiziksel aktivite yapmak.Hayatınızdan hareketi eksik etmeyin.Hepinize zaman ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim :) yorumlarınızı bekliyorum…
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
















































